Dini Bilgiler
Vahiy Meleği Cibril ile Peygamberin Sohbeti
Allah Rasûlü, vahiy meleği Cibril’le oturmuş sohbet ediyordu. Cibril O’nun en sâdık dostuydu. Kim bilir kaç günden beri ağzına bir şey koymamıştı. Efendimiz, bu durumunu sâdık dostu Cibril’le paylaştı. Bu sırada birden gök gürültüsü gibi ses duyuldu. Bir melek iniyordu.
Cibril, Efendimiz’e bu meleğin, dünyaya ilk defa indiğini haber verdi. Melek, Cenâb-ı Hakk’dan selam getirmiş ve şöyle demişti:
– Ya Rasulallah! Rabbin soruyor: Melik bir peygamber mi, yoksa kul bir peygamber mi olmak istersin?
Allah Rasûlü, Cenâb-ı Hakk’tan gelen bu teklif karşısında bir an Cibril’e baktı. Nitekim Efendimiz, belli bir noktaya kadar Cibril’den marifet dersi alırdı. Cibril Allah Rasûlü’ne işaret etti ve şöyle dedi:
– Ey Allah’ın Rasûlü! Rabbine karşı mütevazı ol!
Zaten, bizzat Cenâb-ı Hakk da Kur’ân diliyle, Rasûlü’ne tevazuu emretmiyor muydu? Kur’ân’da, “Sana tâbi olan müminlere tevazu kanatlarını indirebildiğin kadar indir” (Şuarâ, 26/215) gibi nice âyetler vardır. Allah Rasûlü de aynı şeyi talep etti:
– Kul bir peygamber olmayı isterim.
O kulluğu tercih edince, Allah da O’nun kulluğunu O’na baş tacı yapmıştır.
Kıssadan Hisse
1. Herkes birilerinin kulu olabilir ve onlara ait bir tasmayı boynunda taşıyabilir. Hz. Muhammed (sas) ise evvel-ahir hep Allah’ın kulu ve kölesi olmuştur. O hayatının hiçbir devresinde, hiçbir safhasında başkasına boyun büküp bel kırmamıştır. Ubudiyet O’nun aslî vasıflarındandır. Kur’ân O’nu birçok yerde hep kulluğu ile anlatır. Müslümanlar da şehadet getirirken, O’nun, Allah’ın kulu ve Rasûlü olduğuna şahitlik ederler. Evet O, evvela Allah’ın kulu son- ra da Rasûlü’dür.
O’nun bu mazhariyetine bir işaret olarak, minarelerde günde beş defa O’nun kulluğu dile getirilmekte ve bütün cihana karşı, risaletinin yanında kulluğu da ilan edilmekte- dir. Zira, O’nun kulluğu risaletinden evvel gelir.
O kuldur. Cenâb-ı Hakk, Kur’ân-ı Kerîm’de O’nun kulluğunu nazara vererek, “Allah’ın kulu ve Rasûlü namaz kılmak için kalktığında, cinler O’nun ibadetini görmek için birbirine girercesine etrafında toplanıverdiler” (Cin, 72/19) der.
2. İnsanın kendini beğenip büyük görmesi, aklının noksanlığına ve ruhunun hamlığına delâlet eder. Akıllı ve ruhen olgunluğa ermiş bir insan, mazhar olduğu her şeyi Yüce Yaratıcı’dan bilir ve şükran hissiyle her zaman O’nun karşısında iki büklüm olur.
Mütevazı olma, Yaratıcı’nın takdirine, halkın tahkir ve tekdirine karşı insanın gönlüne hoşnutluk hissi kazandırır. Baştan haddini bilip tevazu kanatlarını yerlere kadar indi- ren birisi, insanlardan gelecek her türlü hor görmelere karşı en emin bir zırh içine girmiş ve en sağlam emniyet tedbirini de almış demektir.
Bir insanın insanlığa yükselmesi onun tevazuu ile, te- vâzuu da, makam, mansıp, servet ve ilim gibi halkın itibar ettiği şeylerin onu değiştirmemesiyle belli olur. Zikredilen hususlardan biriyle düşünce ve davranışlarında değişikliğe uğrayan kimsenin ne tevazuundan, ne de insanlığa yükselmesinden bahsedilebilir.
0 comments