Dini Bilgiler
Tarlasında Bir Küp Altın Bulan Kişi
Geçmiş zamanın birinde bir adam, bir çiftlik evi yapmaya karar verdi. Bunun için güzel bir yer aradı ve aradığı yeri sonunda buldu. Öncelikle araziyi sahibinden satın aldı ve hemen işe koyuldu. Önce kendine güzel bir ev, daha sonra hayvanları için bir barınak yaptı. Geri kalan arazi üzerine ise meyve ağaçları dikmeye başladı.
Bir gün arazide çalışırken kazmasının ucuna sert bir ci- sim takıldı. İçinden, “Sert bir kaya parçası olmalı.” diye düşündü. Ancak biraz daha kazdığında bir de ne görsün! Bir küp altın. Küpü bulunduğu yerden dikkatlice çıkardı. İçinden şunu geçirdi:
– Ben bu araziyi satın aldım, ama içindekileri satın almadım. Bu altınlar arazinin benden önceki sahibinin olmalı. En iyisi ben bu küpü ona teslim edeyim.
Adam hemen araziyi aldığı adamın yanına gittti ve durumu anlattı. Bu altın küpünü adama teslim etti. Adamı dikkatlice dinleyen arazinin eski sahibi şöyle dedi:
– Kardeşim, ben bu araziyi sana içindekileriyle beraber sattım. Bu altın küpü benim değil, senin. Çünkü arazi şu anda sana ait.
Karşı taraftaki adam ise altınları kendisinin alamayacağını söylüyordu. Aralarındaki bu anlaşmazlık uzayınca hâkime gitmeye karar verdiler.
Mahkemeye vardıklarında durumu hâkime arz ettiler. Hâkim öncelikle, toplumda böylesi insanların yaşadığı için Rabbine şükretti ve ardından her iki adama de bekâr çocuklarının olup olmadığını sordu. Adamlar şaşırmıştı. Konunun bekâr çocuklarla ne ilgisi olabilirdi ki?
Araziyi satın alan adam:
– Benim bir oğlum var, dedi.
Diğer adam ise:
– Benim de bir kızım var hâkim bey dedi. Bunun üzerine hâkim sözlerine şöyle devam etti:
– Efendiler! Sizin hakkınızda verdiğim hüküm şu: Çocuklarınızı birbiriyle evlendirin. Bu altınların bir kısmını da onlara düğün masrafları ve düğün hediyesi olarak harcayın. Bir kısmını kendi ihtiyaçlarınız için harcayın. Geri kalan kısmını da Allah yolunda hizmette kullanın.
Her iki taraf da haklarında böyle bir kararın verileceğini akıllarının ucundan geçirmiyorlardı. Ancak bu karardan iki taraf da oldukça memnun kaldı. Çünkü bu sayede hem aralarındaki ihtilaf çözülmüş, hem de akraba olmuşlardı.
Kıssadan Hisse
1. İnsan, kul hakkı mevzuunda olabildiğince hassas olmalıdır. Meşru olmayan her türlü kazanç ancak hasâret getirir. Vücudunun her zerresi haramdan meydana gelmiş insanların oluşturduğu toplum, hiçbir zaman Cenab-ı Hakk’ın rahmetine liyakat kazanamaz. Bir toplum, kendini değiştirmedikçe de Cenab-ı Hakk onları değiştirmez. Durup dururken aziz bir cemaati Allah zelil etmez, zelil ettiğini de aziz hâle getirmez.
Kendini kontrol etmeyen insanlara Allah kendini unut- turur. Allah’ı unutmuş insanlar ise hem kendi nefislerini hem de içinde bulundukları cemiyeti ve milleti unuturlar. Bu, Allah hakkını gözetmeyen toplumlara Allah’ın dün- yadaki cezasıdır. Ahirette ise onlara can yakıcı bir azap vardır.
Kul hakkı daha da mühimdir. Allah Rasûlü, üzerinde kul hakkıyla musalla taşına yatırılmış bir insanın namazını kılmamıştır. Zira kul hakkıyla ebedî aleme göçen insan, kendisine rahmetle dua edilme liyakatından mahrumdur. Kul hakkı hangi yol ve ne suretle geçerse geçsin insanın helakına sebep olur. Ahirete kul hakkıyla gidenlerin duru- mu çok zordur.
İslâm, kul hakkına büyük önem vermiştir. Herkesin hesap endişesiyle titrediği kıyamet gününde, hiçbir suale tabi tutulmadan cennete girecek olan şehidin bile hesap vereceği tek husus, “kul hakkı”dır. Onun için her mümin, üzerinde başkasına ait bir hak varken ölmekten şiddetle kaçınır. Böyle bir inanç, insana kendi kazancına başkalarını
ortak etme hasletini de kazandırır. Zira içinde bir başkasının alın teri bulunmayan, hiçbir kazanç yok gibidir.
İçinde bir başkasının hakkı olmayan kazanç, beraberin- de vicdan huzurunu da getirir. Vicdanen huzurlu bir insan ise, çalışırken daha bir aşk ve şevkle çalışır.
2. İnsanlar bir konuda anlaşmazlığa düştüklerinde ken- di aralarını bulacak bir hâkime gidebilirler. Hâkim, her iki tarafı da dinlemeli ve her zaman haklının hakkını, hak ettiği ölçüde vermelidir.
0 comments