Dini Bilgiler
Peygamberlerin çocuk eğitimi nasıldı?
Modern çocuk; apartman dairesine sıkışmış, telefon ve bilgisayar ekranlarına kilitlenmiş; arkadaştan mahrum, ebeveyn ilgisine aç, abur cubur bağımlısı, oyun delisi, kreşe gidip gelen vb. çocuk olarak tanımlanabilir mi bilmiyorum, ama hayatta yaşadığımız problemlerin çocukları es geçtiğini de sanırım hiç kimse düşünmüyordur.
Annelerin çalışması sebebi ile çocukla anne arasındaki bağın açıldığı, teknolojik gelişmeler ile çocukların ekranlara daha da yaklaştığı zamanlardayız. Çağın şartlarına uygun, yeniliklerden istifade ederek, çocuğu ihmal etmeden, iyi bir çocuk eğitimi nasıl mümkün olabilir?
Bu konuda hem sosyal medyadaki paylaşımları ile hem de yazdığı kitaplarla (Bağırmayan Anneler, Peygamberlerin Çocuk Eğitim Metotları, Korkutarak Değil Sevdirerek Din Eğitimi, Fıtrat Pedagojisi) ebeveynlere rehberlik eden Pedagog Hatice Kübra Tongar ile çocuk eğitimi üzerine konuştuk.
Bizim küçüklüğümüzde çocuklar, anne ve babalarının sözünü dinlemediği zaman cezâ verecek, kızacak, dövecek diye korkarlardı. Şimdiki çocuklara -bırakın kızmayı- ne yapsalar sesini çıkartmayan, her istediğini yapan, her şeyine tamam diyen anne-babalarla karşılaşıyoruz. Çocuk eğitiminde dengeyi nasıl sağlamalıyız? Örnek anne-babadan hangi davranışları beklemeliyiz?
Geçmişte herkes böyleydi, şimdi de böyle gibi bir genelleme yapmak çok doğru olmasa da, haklısınız, bugünün ebeveyni daha hoşgörülü ve sabırlı… Ben bunu pedagojide “over correction” dediğimiz “aşırı tashih” prensibine bağlıyorum. Pek çoğumuz çocukken dayak yedik, kızıldık, ceza aldık vs… Büyürken şunu fark ettik ki, bu davranışlar bize iyi gelmedi. Bizler bunu yapmamalıyız, dedik. Lâkin yetişkinlikte bildiğimiz ve uyguladığımız duruşların çoğu, “sosyal öğrenmeyle” kazanıldığı için, kendi âilemizden görmediğimizi çocuğumuza uygulamakta zorlandık. Çünkü mâsumca “ne yapacağımızı bilemedik”!. Bunun neticesi de ifrat ucundan, tefrit ucuna savrulmak oldu.
Bu, elbette ki doğru değil. Nitekim bir söz var; “Az verirsen hırsız, çok verirsen arsız olur” diye… Bugünün çocuklarında, bir önceki nesle göre daha doyumsuz, şımarık, arsızca tutumlar görebiliyoruz, aşırı davranışlarımızın neticesi olarak… Bunun çözümü, kısaca şu cümle olabilir; “Çocuğunun her isteğini yapma, ama her ihtiyacını karşıla!”
İstek ve ihtiyacı nasıl ayıracağız peki?
Bir misalle anlatalım: Diyelim bir oyuncakçıya gittik. Gitmeden önce çocuğumuza dedik ki:
“-Bak, bugün oyuncak alma günü değil. Sadece bakabilirsin, ama almayacağız.”
Çocuğumuz da “Tamam!” dedi, diyelim. Ama olanlar oldu ve çocuğumuz oyuncakçıya girince, “Şu oyuncağı istiyorummm!” diye tutturmaya, ağlamaya başladı. Bu, çocuğumuzun isteğidir. Ve bu istek kesinlikle karşılanmamalıdır. “Hayır!” dendiyse karar değiştirilmemeli, “Aman çocuğum ağlamasın!” düşüncesine yenik düşülmemelidir.
Lâkin -aynı misalde olduğu gibi- üzüldüğü, hayal kırıklığına uğradığı, korktuğu, olumsuz bir duygunun ağırlığını yaşadığında, ağlayan bir çocuğun duygularının anlaşılması, sâkince yanında olunması, çocuğun gelişimi açısından önemli bir ihtiyacıdır ve muhakkak karşılanmalıdır.
Oyuncağı almayıp “isteğe” hayır diyen anne, ağlayan çocuğuna şefkatle:
“-Âh, bu oyuncağı çok istiyordun, keşke alabilseydik! Fiyatına bakalım da para biriktirelim!” gibi çocuğunu destekleyen bir cümle kurar ve çocuğunun duygusunu kabul eder. “Neden ağlıyorsun?”, “Beni rezil ettin!”, “Biz ne konuşmuştuk!” gibi kırıcı cümlelerden uzak durarak, çocuğunun duygusal ihtiyacını karşılamış olur.
ÇOCUĞA BAĞIRMAK HAKKIMIZ DEĞİL!
“Bağırmayan Anneler” kitabınız çok ilgi görüyor… İnsanın inanası gelmiyor, bir annenin çocuğuna bağırmaması mümkün mü? Bunun sırrı nedir?
Tabiî ki mümkün… Bunun sırrı; bağırmanın hakkımız olmadığını bilmekte… Pek çoğumuz, “Çocuğum değil mi; döverim de, severim de!” gibi yaklaşıyor ebeveyn-çocuk münasebetine… Oysa böyle bir hakkımız yok.
Çocuklar bizim üzerinde istediğimiz gibi tasarruf edebileceğimiz eşyalarımız değiller. Onlar da -aynı yetişkinler gibi- birer insan ve bir yetişkin nasıl hürmet dolu bir davranışı hak ederse, çocuklar da aynı şekilde hak ederler.
Bu noktada “Öfkemi kontrol edemiyorum!” diyen ebeveynlere ben şunu söylüyorum:
“-Komşuna kızdığında onu darp etmiyorsan, eşine kızdığında ağzına geleni söylemiyorsan, patronuna kızdığında hakaretler yağdırmıyorsan demek ki öfkeni kontrol edebiliyorsun. Çünkü yetişkin dünyasının bu hoyratça tavırları kabul etmeyeceğini biliyorsun. Lâkin çocuğuna karşı öfkeni kontrol etmen gerektiğini düşünmüyorsun. Bu bakış açısından çıkmamız gerekiyor.”
Pedagoji, çok yeni bir kavram; “Anadolu pedagojisi” ve “fıtrat pedagojisi” kavramları bize ait yeni tabirler olarak düşünülebilir mi? Fıtrat pedagojisi bize ne söyler ve bunun Batı pedagojisinden farkı nedir?
Fıtrat pedagojisi, aslında bir fıtrata dönüş çağrısı… Nitekim anneliğin yazılımları yaratılışta var. Ben temelde kendi anneliğimde şunu yapmaya çalışıyorum: Allâh’ın yarattığı fıtrî annelik meylini, doğru bilgi ve kaynaklarla -ki burada Kur’ân ve Sünnet’i merkeze alıyorum- önce bir bakış açısına, sonra bir davranış modeline çevirmeye gayret ediyorum. Nitekim Batı’yla bizi ayıran temel duruş burası; bakış açımız ve buna bağlı gelişen davranışlarımız…
Batı pedagojisinde çocuk “patolojik” kabul ediliyor. “İlk günah” inancından yola çıkılarak, “Günahkâr doğdu, düzeltilmeye muhtaç!” nazarıyla eğitim metotları inşâ ediliyor.
Oysa Allah bize, “Olmayanı yaz, yanlış olanı düzelt!” demez. Bilakis “Ben insanı kusursuz bir kıvamda yarattım!” Sen ebeveyn olarak bu kıvamı keşfet, sana gönderdiğim çocuk kitabını “oku”!.. Sonra da bu kıvamı bozmamaya, korumaya gayret et, der. Temel fark, sanıyorum ki burası…
PEYGAMBERLERİN ÇOCUK EĞİTİMİNDE ÜÇ ORTAK ÖZELLİĞİ
Peygamberlerin çocuk eğitim metotlarını kitaplaştırdınız. Peygamberler çocuklarını nasıl yetiştiriyor, nelere dikkat ediyor? Bugün unuttuğumuz bir uygulama var mı?
Her peygamberin hayatı, elbette başlı başına bir kitap gibi… Ama temelde üç ortak özellik sayabiliriz: Örnek olmak, sevgi ve ilgi.
Her peygamber, birer ebeveyn olarak öncelikle çocuklarına örnek oluyorlar. Ne söylüyorlarsa onu yaşayıp, ne yaşıyorlarsa onu söylüyorlar. Bu duruş; güven duygusunun oluşması için oldukça önemli…
Her peygamber; çocukları seven ve sevdiğini gösteren birer model… Bunu da çocuğa ulaşacak davranışlarla yapıyorlar. Öyle, “Ben uzaktan seviyorum!” yok, hiçbirinin hayatında… Çocuklarla oyun oynuyorlar, sohbet ediyorlar, fizikî temasta ve sevgi gösterilerinde bulunuyorlar. Sevgiyi, hissettiklerini, çocuklara hissettiriyorlar.
Bugünün ebeveynleri olarak çocuklarımızı hayatın dışında korunaklı bir fanusta tutuyoruz. Oysa Rasûller, hayatın içinde var olan her konuya çocuğu dâhil edip, çocuklarda gelişmeyi bekleyen “adam olma duygusunu” -ki bugünün diliyle “özgüven gelişimi” diyoruz- aktive ediyorlar.
Çocuklarla sadece çocuk gibi oynamayıp, onlarla istişâre ediyorlar, fikirlerini soruyorlar; Hazret-i Dâvûd’un oğlu Süleyman -aleyhisselâm-’a devlet meselelerinde akıl danışması gibi… Acılarını paylaşıyorlar; kuşu ölen çocuğa tâziyeye giden Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- gibi… Onlara ayrıca büyük sorumluluklar veriyorlar.
VASIFLI ÇOCUKLUK
Teknoloji ile apartmanda çocuk büyütme çağı içerisinde, ekranı ve çevreyi doğru kullanmak adına neler tavsiye edersiniz?
Ben, her şeyden önce bir anne olarak görüyorum ki, hiçbir çocuk ekran başında oturmayı, âilesiyle geçirdiği vasıflı zamana tercih etmiyor. O zaman çocuğumuzun evde olduğu, okul dışı zamanlarını programlayarak vasıflı hâle getirmeye gayret etmeliyiz.
Yaz-kış fark etmeden, her gün temiz havada yürüyüş, toprağa temas, tabiata nüfuz etme muhakkak hayatımızda olmalı… Evin içinde geçirdiğimiz zamanı ise üçe bölebiliriz:
Bir bölümü ödevler, öğrenme, okuma vs. zamanı…
Bir bölümü oyun, fizikî aktivite, etkinlik, tabiat yürüyüşü zamanı…
Bir bölümü de ekrana ayrılan zaman olabilir. Ekranı bir “bakıcı” gibi kullanmamak, onu da âilece yapılan bir etkinlik gibi plânlamaksa, işin kilit kısmı…
“-Haydi yavrum, git bilgisayar oyna!” demektense, “Haydi gel, anne-oğul bir bilgisayar turnuvası yapalım!” demek, bana daha doğru geliyor.
“İyi çocuk eğitimi” deyince neyi anlamalıyız?
Bence “iyi çocuk”tan ziyâde, “iyi çocukluk” diye bir şey var. Çocuğumuzun çocukluğunu çalmadan, yeterince oynadığına, âilesiyle vasıflı zaman geçirdiğine, hayatı tecrübeler edinerek öğrendiğine emin olduktan sonra -yani pergelin ucunu buraya koyduktan sonra- “iyi eğitim” kavramını besleyen okul, atölye, etkinlik, hobi kazanımı vs. alanları da peşi sıra gelebilecektir.
SEVGİ İLE DİN EĞİTİMİ
Pedagoji açısından yaklaştığınızda çocuklara verilen din eğitiminde hatalı gördüğünüz davranışlar var mı?
Eğitim açısından baktığımızda, bir insana -özellikle çocuğa- aktif tesir eden iki kuvvetli duygu vardır. Biri korku, diğeri sevgi… Korku, hızlı sonuç veren, lâkin tesiri menfî olabilen bir duygudur. İnada, sizi korkutan kişiden uzak durmaya, ona kızıp öğretisini terk etmeye vs. yöneltebilir. “Din eğitimi” adına bu, çok yanlış bir yoldur. Ezberini veremedi diye çocuğu döven, ses çıkardığı için çocuğu câmiden kovan, namaz kılarken gaflet gösterdi diye çocuğunu aşağılayan, bağıran, rencide eden bir yetişkin, belki farkında olmadan evlâdını dinden soğutma yoluna gitmiş olur. Babasından korktuğu için namaz kılan bir çocuk, çoğunlukla namaz kılmaz, kılıyormuş gibi yapar. Hocasından korkan bir çocuk, câmiye gidiyorum deyip muhtemeldir ki, câmiden kaçıp sokakta oyuna dalar.
Oysa sevgi ile eğitim, kişiler arası bağ kuran, bağı kuvvetli kılan bir metottur. Şöyle bir düşünelim; okul yıllarımızda en sevdiğimiz ders hangisiydi? En sevdiğimiz öğretmenin dersiydi. Öğretmeni sevdiğimiz için, dersi de sevmiştik. Ders bize kolay gelmişti, sırf öğretmeni üzmemek için sınava çok çalışmıştık, gayret etmiştik, vs… Aynı bu misalde olduğu gibi temel duruşumuz; namazı kıldırtmaktan, Kur’ân’ı okutmaktan, orucu tutturmaktan önce, bütün bu ibadetleri ve ibadetlerin Rabbini sevdirmek olursa, çocuğumuzda kökleri kalıcı bir eğitim yolu izlemiş oluruz.
Çalışan annelere çocuk eğitimiyle ilgili neler tavsiye edersiniz?
Pedagoji alanında yapılan birçok çalışma bize gösteriyor ki, çocuğumuzun ihtiyaç duyduğu şey, sadece bedenen değil, rûhen de onun yanında olabilmemiz. Bu, şu demek; bir anne ev hanımı olup sürekli evlâdının yanında olabilir. Ama bu bedenî bir yakınlıktır. “Evin içinde iki yabancı gibi” olabilen eşler gibi, “evin içinde iki yabancı gibi” olabilen ebeveyn ve çocuklar da vardır. Önemli olan, günün serencâmı içinde yavrumuzla rûhî bütünlük sağlamaktır.
Bu bilgi ışığında, çalışan bir anne, günün belli bir bölümünü, bedenen çocuğundan ayrı geçirse dahî, evde olduğu zamanlarda o rûhî beraberliği yakalıyorsa, çocuğunun gelişimine zarar vermiyor demektir. Nitekim bahsettiğimiz rûhî irtibatı kurmak için -hayatın ilk iki yılını ayrı tutarak söylüyorum- tam gün çocuğumuzla dip dibe olmamız gerekmez.
Vasıflı geçirilmiş bir saat bile çocuğumuzun varlık ve rûhî tekâmülüne yeterli katkıyı sağlar. Bu yüzden çalışan olalım ya da olmayalım, hedefimiz, her gün aynı yemek gibi, uyku gibi çocuğumuzla geçirilecek “bağ kurma” zamanlarını plânlamak olmalıdır.
0 comments