Dini Bilgiler
Organ Bağışı ve Nakli Helal mi?
Hastalık ve tedavi konusunda kamuoyunun genel dinî telakkisini belki de en çok meşgul eden meselelerden birisi organ naklidir. Günümüzde organ nakli konusu, alternatifsiz bir tedavi yöntemi olması yüzünden tıp ilminin önemli bir uğraşısı olduğu gibi, organı veren ve alan iki tarafın da insan olması ve insan uzvu üzerinde tasarruf yapılmasını gerektirmesi sebebiyle konu din, hukuk ve ahlâkı da yakından ilgilendirmektedir. Burada sadece konunun dinî öğreti ve telakkiyi ilgilendiren kısmı üzerinde durulacaktır.
Kısa bir tarihçe vermek gerekirse, yaklaşık XVI. yüzyılda başlayan otoorgan nakli giderek geliştirilmiş, XIX. yüzyılda insandan insana doku ve organ nakline başlanmış, önceleri deri, damar, kas nakli şeklinde başlayan bu tedavi yöntemi giderek geliştirilerek kalp, karaciğer, böbrek, kemik iliği, kornea gibi hayatî organların nakli aşamasına gelinmiş, XX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bunda da başarılı sonuçlar alınmaya başlanmıştır. Artık organ nakli günümüzde, diğer ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de binlerce ölümcül hasta için bir ışık ve yaşama ümidinin kaynağı durumundadır. Ancak, insandan insana organ nakli böylesine önemli bir tedavi yöntemi olmasının yanı sıra, bazı dinî ve hukukî sorunları da beraberinde getirmiş ve konu değişik çevrelerde farklı açılardan tartışılmaya başlanmıştır.
Organ naklinin İslâm’ın prensip ve amaçlarıyla ilişkisini kurarken konu iki ayrı açıdan ele alınabilir. Birincisi, organ naklinin itikadî (inanç esasları) ve uhrevî (âhiret hayatına ilişkin sonuçları) açıdan değerlendirilmesi. İkincisi de, organ naklinin İslâm hukukunun ilke ve gayeleri açısından incelenip câiz olup olmadığının araştırılması.
1. İTİKADÎ ve UHREVÎ AÇIDAN ORGAN NAKLİ
Organ naklinin itikadî ve uhrevî açıdan değerlendirilmesi, bunun cismanî haşir inancıyla, organların sorumluluğu ve kıyamet günü şahitliği meselesiyle ve genel olarak dinî sorumluluk esaslarıyla bağdaşıp bağdaşmayacağı gibi tartışmaların açılmasını ve bu konularda belli bir sonuca varılmasını gerekli kılmaktadır.
Cismani haşir ve o organla işlenen günah
Ehl-i sünnet bilginlerinin ve kelâmcıların çoğunluğu, âhirette haşrin cismanî olacağı, insanın ruh ve bedeniyle birlikte diriltilip böylece haşrolacağı, hesaba çekileceği, ceza veya ödüle muhatap olacağı görüşündedir. Kur’an âyetleri de bu görüşü doğrular mahiyettedir. (bk. Tâhâ 20/55; elHac 22/5, 7; enNûr 24/20; Yâsîn 36/7879; elKıyâme 75/34). Âhirette haşrın cismanî (bedenî) olacağı inancının, organ naklinin tereddütle karşılanmasında kısmen de olsa etkisi vardır. Ancak konu yakından incelendiğinde organ naklinin cismanî haşirle doğrudan ilişkisi, daha doğrusu organ naklinin cismanî haşir inancını zedeleyen bir yönü bulunmadığı, nakledilecek organın tekrar asıl sahibine döneceği ifade edilebilir. Nitekim organların toprakta çürümesi, yanıp kül olması, hayvanlar tarafından parçalanıp yenmesi de onun tekrar asıl sahibinde haşrolunmasına engel değildir. Gerçekten Kur’ân-ı Kerîm’de (Kıyâme, 75/34) âhirette insanın bütün uzuvlarının en ince ayrıntıya kadar toplanacağı ifade edilir. Bu ve benzeri delillerden yola çıkan İslâm bilginleri de herkesin aslî parçalarının kendisiyle haşrolacağı görüşündedirler.
Emanetle işlenen günahın sorumluluğu
Takma organın yeni sahibinde sevap veya günah işleyen bir kişinin cüzünü oluşturması da tamamen bu yeni sahibiyle alâkalı bir meseledir. Çünkü sorumlulukta aslolan iradedir, sorumlusu da o organları kullanan şahıstır. Nitekim emanet olarak verilen bir şeyle birisine zarar verilirse, bundan asıl mal sahibi değil, onunla zarar veren kimse sorumlu olur.
Kıyamette organların şahitliği
Kıyamet gününde organların şahitliği meselesine gelince, bu husustaki âyet ve hadisler organların âhirette lisânı hâl ile konuşacağı şeklinde anlaşılabileceği gibi, Allah’ın huzurunda insanın hiçbir mazeret ileri sürme ve yalan beyanda bulunma imkânının olmayacağı, her şeyin apaçık ortada olacağı anlamında da yorumlanabilir. Bu konudaki âyetler (Nûr, 24/24; Fussılet 41/19, 21, 22) gerçek anlamında alınsa bile, yine organ nakline engel bir delil teşkil etmez. Zira her şey Allah’ın bilgisi dahilindedir ve organlar her bir bedende bulundukları süre içinde olup bitene şahitlik edebilirler.
Dini sorumluluk açısından ve Müslim-gayri müslim olması bakımından
Konuya genel olarak dinî sorumluluk esasları açısından bakıldığında ise, öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, duygu, düşünce, akıl, inanç gibi mânevî, ruhî özellikler, organların biyolojik yapısına bağlı olmadığından, organ nakliyle kişilik transferi olmamaktadır.
Diğer taraftan, dikkatten uzak tutulmaması gereken bir husus, İslâm dininin, cinsi, milliyeti, rengi, dini, konumu ne olursa olsun her insana insan olarak baktığı ve eşit bir yaşama hakkı tanımış olduğudur. Şu halde organ veren kimsenin veya organ verilen şahsın fâsık yahut gayri müslim olması gibi şahsî durumlarından ötürü diğer tarafın dinen sorumlu olabileceğinin ileri sürülmesi de isabetli olmaz. İslâm tedaviye önem vermiş, her insana tedavi olmada eşit haklar tanımış, bir insana hayat vermeyi bütün insanlığa hayat verme mesabesinde görmüştür (Mâide, 5/3). Buna göre, organ nakli açısından Müslüman ile gayri müslim, dindar ile fâsık ayırımı yapılması doğru olmaz. Kaldı ki doğruya hidayet eden de, eceli takdir eden de Allah’tır. Sorumlulukta herkesin kendi hür iradesi esastır. Bu sebeple, Müslüman veya dindar olmayana organ vermenin, onun günah işlemesine yardımcı olmak veya ömrünü uzatmak olarak değerlendirilmesi, İslâm’ın bu konudaki genel esasları ile bağdaşmaz.
2. İSLÂM HUKUK PRENSİPLERİ AÇISINDAN ORGAN NAKLİ
İslâm hukuku açısından organ naklinin hükmüne, câiz olup olmadığına gelince; çağımızda güncelleşen bu mesele hakkında gerek naslarda gerek klasik fıkıh kitaplarında açık bir ifadenin bulunmayacağı açıktır. Kur’an ve Sünnet gerekli gördüğü bazı konularda ayrıntılı hükümler koymakla beraber, genelde her hukukî olaya ayrıntıyla inmeyip, bütün devir ve dönemlerde ortaya çıkabilecek problemler için geçerli birtakım ilke ve ölçüler koymakla yetinmiştir. Bu, Kur’an ve Sünnet’in kıyamete kadar Müslümanlar için kaynak ve ölçü olmasının tabii sonucudur. Klasik fıkıh kitapları da, Kur’an ve Sünnet ışığında kendi devirlerinin problemlerini çözmüş, Müslümanlara günlük yaşayışları için kılavuzluk etmiş, onlara yardımcı olmuştur. Bu duruma göre, günümüzdeki organ naklinin hükmünü, nasların ve İslâm hukukçularının benzeri olaylar karşısında gösterdiği tavıra ve gözettiği gayeye bakarak kavramak mümkündür.
Zaruretler haramı helal kılar
Kur’an’da (Bakara, 2/173; Mâide, 5/3; En‘âm, 6/119, 145) ve hadislerde (Müsned, V, 96, 218; Ebû Dâvûd, “Et‘ime”, 36) insan hayatını tehdit eden bir açlık ve zaruret halinde haram fiillerin mubah hale geleceği ve günahın kalkacağı bildirilmiştir. İslâm ölüye değer vermekle birlikte, insana ve hayata daha çok değer vermiş, hayatı korumayı dinin beş temel maksadından biri saymıştır.
İslâm hukukçuları da hayatı tehdit eden açlık zarureti karşısında kalan kimsenin ölü insan eti bile yiyebileceğini, tedavi maksadıyla haram ve necis şeyleri kullanabileceğini, kemik, diş, kan gibi insan parçalarıyla tedavi olabileceğini, yavruyu kurtarmak için ölen annenin karnının yarılabileceğini, yutulmuş mücevher gibi değerli bir malı çıkarmak için ölünün karnının açılabileceğini belirtmişlerdir. İslâm hukukçularının bu ve benzeri fetvaları günümüzdeki organ nakline bir hayli ışık tutmaktadır. Ancak bu gibi durumlarda belirtilen çözümleri benimsemeyen fakihler de vardır.
Bu durum, fıkhın “Zaruretler, mahzurlu (sakıncalı) olan şeyleri helal kılar.” ve “Zararın ağır olanı, daha hafif olanıyla giderilir.” genel kaidelerine uyan bir davranıştır. Ayrıca, zaruret halinde “iki şerden ehven olanı tercih edilir” görüşüne de uygundur. Çünkü burada bir hayatı kurtarmak söz konusudur.
Kadavradan organ nakli
Çağdaş İslâm bilginleri ve fetva kuruluşları, ölüden (kadavra) tedavi maksadıyla organ alınmasına ve hastaya nakledilmesine, çeşitli gerekçelere istinaden cevaz vermişlerdir. Bu cümleden olarak, ülkemizde Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu daha önceki kararlarının yanı sıra 03.03. 1980 tarih ve 396/13 sayılı kararı ile, belli şartların bulunması halinde ölüden diriye organ naklinin câiz olduğuna fetva vermiştir. Aynı şekilde Kuveyt Evkaf ve Din İşleri Başkanlığı’na bağlı Fetva Kurulu’nun 24. 12. 1979 tarih ve 132/79 sayılı, 14.09.1981 tarih ve 87/81 sayılı kararları ile, Suudi Arabistan’da faaliyet gösteren Dünya İslâm Birliği’ne bağlı Fıkıh Akademisi’nin ve Mısır’daki Ezher Fetva Kurulu’nun kararları ve İslâm Konferansı Teşkilâtı’na bağlı İslâm Fıkıh Akademisi’nin 11.02.1988 tarih ve 4/1 sayılı kararı da bu yönde olup, bu kararda ölüden organ nakli belli şartlarla câiz görülmektedir. Çağdaş İslâm bilginlerinin büyük bir kısmı da ferdî olarak bu paralelde fetva vermiştir.
Yukarıda işaret edilen kurullar ve şahıslar, ölüden diriye organ naklinin câiz olabilmesi için şu şartların bulunması gerektiğini belirtirler:
1. Organ naklinde zaruretin bulunması,
2. Konunun uzmanlarında hastanın bu tedavi ile iyileşeceğine dair güçlü bir kanaatin oluşmuş bulunması,
3. Ölümünden önce kendisinin veya ölümünden sonra mirasçılarının onayının alınmış olması,
4. Tıbbî ve hukukî ölümün kesinleşmiş olması,
5. Organın bir ücret ve menfaat karşılığında verilmemiş olması,
6. Alıcının da buna razı olması.
Söz konusu kurullar ve bilginler, ölüden organ nakline fetva verirken genellikle, zaruret halinde haramı işlemeye, necis ve haramla tedavi olmaya ruhsat veren nasları ve bunlardan kaynaklanan fıkhî kuralları ve ictihadları delil olarak göstermektedirler. Ayrıca, zaruretteki kimsenin ölü insan etinden yiyebilmesi, deve idrarıyla tedavi olabilmesi, ipek ve altın kullanabilmesi, insan vücuduna ölünün kemiğinin veya dişinin takılabilmesi, cenini kurtarmak için ölü annesinin karnının yarılabilmesi, annenin hayatını kurtarabilmek için karnındaki ölmüş ceninin parçalanarak çıkarılabilmesi gibi ruhsat hükümlerini örnek göstererek bunların gerekçelerini esas almaktadırlar.
Ölüden organ naklini câiz görmeyen bazı çağdaş bilginler ise, insan ölüsünün saygınlığını ve dokunulmazlığını,
“Ölünün kemiğini kırmak, diri iken kemiğini kırmak gibidir.” (Ebû Dâvûd, “Cenâiz”, 60; elMuvatta’, “Cenâiz”, 45),
meâlindeki hadisi cismanî haşir ve organların şahitliği inancını, hilkati (aslî yaratılış) bozmanın câiz olmaması ilkesini gerekçe göstermektedir. Ancak bu görüşün ve dayanaklarının, İslâm’ın yukarıda zikredilen ilke ve gayeleri karşısında daha zayıf kaldığı açıktır.
Diriden diriye nakil
Diriden diriye organ naklinin hükmüne gelince; bazı çağdaş İslâm bilginleri ve fetva kurulları belli şartlarla buna da cevaz vermişlerdir. Bu cümleden olarak Kuveyt Evkaf ve Din İşleri Bakanlığı’na bağlı Kuveyt Fetva Kurulu’nun 24.12.1979 tarih ve 132/79 sayılı kararında Suudi Arabistan’daki Dünya İslâm Birliği’ne bağlı Fıkıh Akademisi’nin 1928 Ocak 1985 tarihinde Mekke’de düzenlenen VIII. Dönem Toplantısı’nda alınan kararlarda ve İslâm Konferansı Teşkilâtı’na bağlı İslâm Fıkıh Akademisi’nin 11.02.1988 tarih ve 4/1 sayılı 20.03.1990 tarih ve 6/58 sayılı kararlarında diriden diriye organ nakli, belli şartlarla câiz görülmüştür. Bunun cevazı için ileri sürülen şartlar ise şunlardır:
1. Zaruretin bulunması.
2. Vericinin izin ve rızâsının bulunması.
3. Organın alınmasının, vericinin hayatını ve sağlığını bozmayacak olması ve bu durumun tıbbî raporla belgelendirilmesi,
4. Konunun uzmanlarında operasyon ve tedavinin başarılı olacağına dair güçlü bir kanaat oluşmuş bulunması,
5. Yeterli tıbbî ve teknik şartların bulunması,
6. Organ vermenin ücret veya belli bir menfaat karşılığı olmaması.
Bu fetvanın dinî dayanağı olarak yukarıda zikredilen deliller, özellikle
“Kim bir insana hayat verirse, bütün insanlara hayat vermiş gibidir.” (Mâide, 5/32)
“İyilik ve takvâ üzere yardımlaşınız.” (Mâide, 5/2)
meâlindeki âyetler ile yardımlaşmayı, dayanışmayı, fedakârlığı, zararı önleyip faydalıyı hâkim kılmayı emir ve tavsiye eden hadisler gösterilmektedir.
Diriden diriye organ naklini câiz görmeyen çağdaş İslâm bilginlerinin sayısı, ölüden organ nakli konusundakine göre biraz daha fazladır. Bu görüşün sahipleri gerekçe olarak da, insanın kendi organlarına mâlik olmadığını ve onlar üzerinde tasarruf yapma hakkının bulunmadığını, insanın saygıdeğer ve dokunulmaz olduğunu, organ naklinin hilkati (aslî yaratılış) değiştirdiğini, iki taraf için de denk bir tehlike teşkil ettiğinden bunun zararın zararla giderilmesi kabilinden olduğunu ileri sürmektedirler.
Ancak, diriden alınan her organ ve dokunun aynı sonucu doğurmadığı ve aynı derecede hayati tehlike, sağlık bozukluğu veya görünüm çirkinliği meydana getirmediği açıktır. Vericiyi riske sokmadığı, sağlığını veya görünümünü bozmadığı takdirde, tıbbî verileri esas almak ve organ nakline zarureten başvurulan alternatifsiz bir tedavi yöntemi olduğu sürece olumlu bakmak, herhalde İslâmî prensiplerle ve dinî hükümlerin amaçlarıyla daha uyumlu bir tavır olacaktır.
Organ bağışlama durumuna gelince; bu, sahasında otorite olan ve itikadı sağlam bir doktorun gözetim ve denetiminde olmalıdır. Sonra da,
“Kendi nefislerinizi öldürmeyin.” (Nisâ, 4/29)
“Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın.” (Bakara, 2/195)
ayet-i kerimeleri göz önünde bulundurulmalıdır. Şunu da unutmamalıdır ki, bu iş organ bağışlayana zarar vermemeli, buna zorlanmamalı, bu iş için aldatılmamalıdır.
Bu ölçüler kan bağışı için de geçerlidir.
Kendi vücudundan organ nakli
Öte yandan, kişiye kendi vücudundan organ veya doku nakli meselesi önemli tereddütlere yol açmamış; İslâm Konferansı Teşkilâtı’na bağlı olan İslâm Fıkıh Akademisi’nin 11.02.1988 tarih ve 4/1 sayılı kararında, sağladığı yarar, getireceği zarardan fazla olmak, biyolojik veya psikolojik açıdan kişiyi sıkıntıya sokan bir kusur veya rahatsızlığın giderilmesi amacına yönelik bulunmak şartıyla bu tür tıbbî operasyonların câiz olduğu belirtilmiştir. Buna karşılık aynı kararda, kişinin hayatiyetine son veren, yine hayatiyetine son vermese de vücudun temel fonksiyonlarından birini tamamen sona erdiren organ yahut organların alınması yoluyla, diriden diriye organ naklinin câiz olmadığı vurgulanmıştır.
İslam’ın insan hayatına verdiği önem
Hayatı, ölümü ve ölüm ötesini tabii birer hadise ve kademe olarak tanıtıp anlamlı hale getiren İslâm dininin dünyada insanların fert ve toplum olarak sağlık, huzur ve güven içinde yaşamasına önem verdiği, bunu sağlayıcı tedbirlerin bir kısmını emrettiği, bir kısmını da insanların çaba ve inisiyatiflerine bırakıp ilke olarak teşvik ettiği bilinmektedir.
Böyle olunca Müslüman toplumların, yeni bir tedavi yöntemi olan organ nakli konusunda başlangıçta mütereddit davranması, hatta toplumsal refleksle karşı bir tavır sergilemesi ve bu konuda birtakım dinî gerekçeler üretmesi mâkul karşılanabilir. Bu tarz bir direnç, geleneksel toplumların her bir yenilik karşısında dağılıp parçalanmasını önleyici ve toplumsal yapıyı koruyucu bir sigorta işlevi de görmektedir.
Ancak, organ naklinin artık alternatifsiz bir tedavi yöntemi olarak insanları hayata döndürdüğü görüldükten sonra bu tereddütlerin ve çekimser tavrın terkedilmesi, hatta bu yönde ciddi adımların atılması, kamuoyu oluşturulması ve bunu sağlayacak kurumların kurulması gerekir.
İnsan hayatına çok değer veren bir dinin mensubu olan Müslümanların bu konuda dünyaya öncülük ve örneklik etmesi bile beklenir.
Organ Satışı
Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de,
“Andolsun, Biz Âdemoğullarına (güzel şekil, mîzac ve aklî kabiliyetler vermek suretiyle) çok ikramda bulunduk. Onları havada ve denizde (hayvanlar ve taşıtlar üzerinde) taşıdık. Onları güzel rızıklarla besledik ve onları yarattıklarımızın bir çoğundan üstün kıldık.” (İsrâ,17/70)
buyurarak insanın şerefli bir varlık olduğunu bildirmektedir.
Cenab-ı Hakk’ın insanoğluna bahşettiği şeref şundan da anlaşılmaktadır ki; hür bir insanı köleleştirip satmak caiz değildir. (İbn Miftâh, Şerhul-Ezhâr, 3/30; İbn Hazm, el-Muhallâ, 9/17; el-Huliyy, Şerâiul-İslâm, 2/ 16).
İbn Kudâme, bu hükümle ilgili olarak, “Bu hükme kimsenin muhalefet ettiğini bilmiyoruz.” demektedir (İbn Kudâme, el-Muğnî, IV, 302).
Bu hüküm hadis-i şeriflerle de sabittir. İmam Buhârî ve diğerlerinin Ebû Hureyre’den rivayet ettikleri bir hadis-i şerifte Resulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur:
“Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur: Üç kişi var ki kıyamet gününde ben onların hasmıyım: 1. Benim adıma bir söz verip de sonra verdiği sözden cayan kimse, 2. Hür bir şahsı satıp da parasını yiyen kimse, 3. Ücretle birini tutup da, adam işi yaptığı halde ücretini vermeyen kimse.” (İbn Hacer, Fethul-Bârî, IV, 417; el-Aynî, Umdetül-Karî, XII, IV).
İnsanın kendisinin satılması caiz olmadığı gibi, onun bir cüz’ünün, organının satılması da caiz değildir. Çünkü bu alışverişte insana ve parçaya hakaret, onun şerefini düşürme vardır. Hanefi fakihleri bu görüşü savunurlar. Yukarıda geçen Ebû Hüreyre hadisiyle amel edip “Hür insanın alınıp satılması nasıl caiz değilse, ona ait bir cüz’ün satılması da caiz değildir. Çünkü ona ait cüzlerin hükmü kendisinin hükmü gibidir.” derler (Kemalü’d-Din Muhammed b. Abdül-Vahid, Şerhu Fethi’l-Kadir, VI, 63). Buna dayanarak insana ait cüzlerden başka yollarla faydalanmak da haram kabul edilmiştir. Bunlardan saç ve tırnak gibi cüzlerden istifade edilmez, bunlar gömülür (en-Nevevî, Şerhu Müslim, XIV, 103). Çünkü Resulullah (a.s.m.):
“Saça saç ekleyene ve eklettirene, dövme yapana ve yaptırana Allah lânet etsin.” (Tirmizî, Libâs, 25) buyurmuştur.
Ancak, organ nakli yapılmadığı takdirde, ikinci şahıs için hayatî tehlike söz konusu ise, alıcının satın alması caizdir. Bu satıştan doğacak günah, organı satana aittir (Muhammed Vefâ, Bey’ul-A’yânil-Muharrame, s. 110-113).
Sonuç:
Zaruret halinde organ naklini caiz gören âlimlerimizin düşüncelerini şöyle sıralayabiliriz.
1. “Bir insanın yaşamasına vesile olmanın bütün insanların hayatına vesile olmak manasına geleceği.” (Maide Suresi, 5/32) prensibinden hareketle caizdir demişlerdir.
2. İslam’ın kolaylık dini olmasını göz önünde bulundurmuşlardır.
3. Kan nakli bugün caiz görülüyorsa, organ nakli de -insanın hürmetine uygun hareket etmek şartıyla- caizdir mantığı da yürütülmüştür.
4. Organını bağışlayan kişi, organını verdikten sonra yaşayamayacaksa, buna katiyen cevaz verilmemiştir. Çünkü bir canı kurtaralım derken diğer canı öldürmek caiz değildir.
5. Yaşayan birinin böbreklerinin ve gözlerinin biriyle, kan ve dişlerinin bağışlanması, o şahsın iznine tabidir; razıysa, verir.
6. Organ nakli yapılmadan evvel, konunun uzmanlarında hastanın bu tedavi ile iyileşeceğine dair güçlü bir kanaatin oluşmuş bulunması gerekir.
7. Nakli yapılacak organ bir ölüden olacaksa, ölümünden önce kendisinin veya ölümünden sonra mirasçılarının onayı alınmalıdır.
8. Diğer yandan organın alınması, vericinin hayatını ve sağlığını bozmayacağına dair güçlü bir kanaat oluşmuş olmalıdır.
9. Organ nakli, hemen içine girilecek bir iş olarak değil, son çare olarak düşünülmelidir. Çok mecbur kalındığında, iki zarardan biri tercih edilerek, ölmektense, bir insanın organıyla yaşamak tercih edilebilir. Buna da yine, hem dini alanda hem de tıp ve psikoloji alanında işin mütehassısları tarafından karar verilmelidir.
Önemli bir mesele de şudur: Organ naklini son çare olarak görmemek gerekir. Zira Hz. Peygamber Efendimiz’in (a.s.m.) sahih hadisiyle ihtiyarlık ve ölüm hariç her hastalığın tedavisi bulunacaktır. Organ ve doku naklinin de dini prensiplere riayet çerçevesi içinde tedavisinin bulunabileceği fikri daima canlı kalmalıdır. Çünkü bütün çalışmalar, yalnız nakil üzerinde yoğunlaşırsa, naklin dışındaki çıkış yolları elbetteki tıkanacak, bir türlü başka tedavi şekli bulunamayacaktır. Bunun içindir ki, meselenin ehilleri, nakle verdikleri önem kadar en azından başka alanlarda da çalışmalarını yoğunlaştırmalıdırlar. Aksi takdirde şimdilik çare olarak görülen nakille ilgili bilgi gelişimi temin edilirken daha insanî çıkış yolları kapatılmış olacaktır.
Bu vesile ile bu meselede sıkça sorulan bir hususa da açıklık getirelim:
Ölmeden önce göz ve böbrek gibi bir organını bağışlayan kimse, bu organlarının öldükten sonra bir hastaya takılmasıyla şüphesiz sevap kazanacaktır. Çünkü bu sayede başka bir insan sıhhate kavuşmuş, hayata dönmüştür.
Domuz kalb kapakçığı ve domuz kalbi insana nakledilebilir mi? Böyle bir nakil caiz mi?
Domuz eti ve domuzdan edinilen ürünler dinen haramdır. Ancak ortada zorunlu bir durum varsa, bu zorunluluk hayatı etkileyen bir sağlık meselesi ise ve başka bir maddeden yapılan bir kapakçık yoksa bu durumda domuz kalp kapağının kullanılmasında bir sakınca bulunmamaktadır.
Domuz kalbinin insan kalbine uyumlu olmasından dolayı domuzdan kalp kapakçığı nakli yapılmaktadır.
Zaruri durumlarda haramlar mubah olur. Bu bakımdan kalp hastası olan bir hastanın tedavisi için domuz kalbinin kullanılması caizdir. Ancak zaruret yoksa caiz olmaz.
Yaşama ümidi kalmayan hastanın fişi çekilerek organları alınabilir mi?
İslam dinine göre kişinin kendi canına kıyması (intihar) yasak olduğu gibi, tıbbi verilere göre yaşama ümidi kalmamış veya şiddetli acılar hisseden bir insanın yaşamına bir başkası eliyle son verilmesi talebi olan ötenazi de yasaktır.
Ancak yoğun bakım cihazına bağlı olarak yaşamını sürdüren kimsenin, solunum cihazından kurtarılmasının iki şartının bulunması durumunda caiz olacağı ifade edilmiştir. Bu şartlar;
1. Kalp ve solunum tamamen durmuş ve uzman tabiplerin, bu durumdan geri dönüşün artık imkansız olduğu sonucuna varmaları.
2. Beynin bütün fonksiyonları kesin olarak durmuş ve uzman tabipler bu durumdan geri dönüş olmadığını ve beynin çözülmeye başladığına hükmetmiş olmalı.
Belirtilen bu şartların gerçekleşmesi durumunda hastanın bağlı olduğu yoğun bakım cihazı kapatılabilir.
Selam ve dua ile…
Sorularla İslamiyet
0 comments