Dini Bilgiler
Mağaranın Ağzını Tıkayan İbretlik Kaya
Üç arkadaş beraberce yola çıkmışlardı. Saatlerdir yürüyorlardı. Çok yorulmuşlardı. Güneş de batmak üzerey- di. Tam bu sırada yağmur yağmaya başlamıştı. İçlerinden birisi:
– Bugünlük bu kadar yolculuk yeter. Hava kararmak üzere. Yağmur da başladı. Yarın sabah devam ederiz. Şu tepelik yerde bir mağara biliyorum. Oraya sığınalım. Hem yemeğimizi yeriz, hem de geceyi orada geçiririz, dedi ve hep beraber mağaraya doğru ilerlediler. Mağaranın içi- ne kendilerini zor attılar. Elbiseleri ıslanmıştı. Hemen bir ateş yaktılar. Ateşin sıcaklığında hem elbiselerini kuruttu- lar, hem de ısındılar. Bu sırada yüreklerini ağzına getiren bir gürültü koptu. Deprem oluyor zannettiler. Yağmurun da etkisiyle mağaranın üzerinde bulunan bir kaya parçası yukarıdan yuvarlanarak aşağıya gelmiş ve mağaranın ağzını kapatmıştı.
Derhâl oraya doğru yöneldiler. Maalesef kaya parçası neredeyse mağaranın ağzını tamamen kapatmıştı. Çok korkmuşlardı. Hava da iyice kararmıştı. Günün verdiği yorgunluk da üzerlerindeydi. Uyumaya ve sabah olunca mağaradan çıkmanın bir çaresine bakmaya karar verdiler.
Sabah olmuştu. Kaya parçasının tıkadığı mağaranın ağzının kenarlarından içeriye güneş ışıkları giriyordu. Mağaranın içi aydınlanmıştı. Hep beraber kaya parçasını bütün güçleriyle itmeye başladılar. Ama nafileydi. Kaya parçasında en ufak bir hareketlenme olmamıştı. Defalarca denediler, ama kaya parçası bir santim bile yerinden oyna- mıyordu.
Şimdi ne yapacaklardı? Kara kara düşünmeye başladılar. Dışarıya seslenseler onları kimse duymazdı. Zaten oradan birilerinin geçmesi çok zayıf bir ihtimaldi. Yanlarında da sadece iki günlük su ve yiyecekleri vardı. Çaresizce birbir- lerinin yüzlerine bakakaldılar. Onları oradan çıkarabilecek sebeplerin hepsi ortadan kalkmıştı. Tek çareleri vardı. O da bütün sebepleri yaratan Yüce Yaratıcı’ya yönelmek.
Neden sonra içlerinden birisinin aklına şöyle bir fikir geldi:
– Rabbimize yönelmekten başka bir çaremiz yok. İster- seniz şöyle yapalım. Her birerimiz Cenab-ı Hak katında makbul olduğuna inandığımız bir amelimizi vesile kılarak O’ndan o amelimizin yüzü suyu hürmetine bu kaya par- çasının buradan gitmesini isteyelim.
– Tamam, dediler ve içlerinden birisi söz alarak şunları söyledi:
– Benim çok yaşlı bir anne ve babam vardı. Onlar ye- meklerini yemeden, ailemin dahi yemek yemelerine razı olmazdım. Bir gün odun toplamak için evden çıkmıştım. İşim biraz uzun sürmüştü. Bu sebeple eve biraz geç dön- düm. Hemen hayvanları sağıp, sütlerini anneme ve ba- bama götürdüm. İkisi de daha fazla dayanamamış ve uyuya kalmışlardı. Onları uyandırıp da rahatsız etmek istemedim. Çocuklarımın da onlardan önce yemek ye- mesine razı olmadım. Süt kabını elime aldım ve onların uyanmasını beklemeye başladım. Bu hâlde sabaha kadar bekledim. Nihayet uyandılar ve ben de onlara sütü ikram ettim. Allah’ım! Ben bu amelimi sırf senin rızanı kazanmak için yaptım. N’olursun bu amelimin bereketine şu kaya parçasını buradan kaldır.
Bu sırada hepsinin gözü kaya parçasına dikilmişti. Birden kaya parçasının hareket ettiğini gördüler. Çok se- vindiler. Mağaranın ağzına doğru koştular. Kaya parçası hareket etmişti, ancak açılan yerden bir insanın dışarıya çıkmasına imkân yoktu.
Bunun üzerine ikinci kişi söz aldı ve şunları anlattı:
– Benim bir amcamın kızı vardı. Onu çok seviyor ve onunla beraber olmak istiyordum. Ancak her defasında kız beni reddediyordu. Bir süre sonra memlekette kıtlık baş gösterdi. Amcamların durumu zaten iyi değildi. Bir de kıtlık olunca iyice zor durumda kalmışlardı. Amcamın kızı çare- siz olarak bana gelmek zorunda kaldı. Benim durumum gayet iyiydi. Benden yardım istedi. Elime müthiş bir fırsat geçmişti. Ben ancak benimle beraber olması şartıyla kendi- lerine yardım edebileceğimi, yoksa yardım etmeyeceğimi
söyledim. Zavallı kız, başka çaresi olmadığı için teklifimi istemeyerek de olsa kabul etmek zorunda kaldı. Aksi tak- dirde açlıktan hem kendisi hem de ailesi kırılıp gidecekti.
Nihayet onunla baş başa kalmıştım. Kız, bu sırada bana:
– Allah’tan kork. Bu hareketin haram olduğunu sen de biliyorsun. Allah’ın yasakladığı bir harama girmekten sakınalım, dedi. Kızın bu sözü beni çok etkilemişti. Bütün imkânlar elimde olmasına rağmen düşüncemden vazgeç- tim. Verdiğim paraları kızdan geri almadım ve onu gön- derdim.
Allah’ım bu amelimi sırf Senin hoşnutluğunu kazanmak için yaptım. Bu amelim yüzü suyu hürmetine Senden dili- yor ve dileniyorum, n’olursun bizi buradan kurtar.
Bu sırada kaya parçasında bir hareketlenme daha oldu. Ancak meydana gelen açıklık, hâlâ yeterli değildi.
Sıra üçüncü kişideydi. O da şu amelini anlattı:
– Bir işim dolayısıyla yanımda işçiler çalıştırıyordum. İşimin sonunda çalışanların paralarını ödemiştim. Ancak bir işçi o gün parasını almaya bana gelmemişti. Ben de ileride gelir düşüncesiyle o parayla bir inek aldım. Aradan yıllar geçmişti. O ineğin yavruları oldu. Onlardan elde ettiğim kazançla bir inekten koca bir sürü meydana gelmişti.
Yıllar sonra adam çıkageldi ve benden o zaman hak etmiş olduğu ücretini istedi. Ben de ona sürüyü gösterdim ve bunların hepsinin kendisinin olduğunu söyledim. Adam çok şaşırdı ve bana şöyle dedi:
– Benimle dalga geçmeyin lütfen. Ben sizden sadece ücretimi istiyorum. Ben de:
– Hayır beyefendi, sizinle alay etmiyorum. Senin o gün almadığın parayla ben bir hayvan aldım. Zamanla hayvanların sayısı çoğaldı ve işte bu gördüğün sürü mey- dana geldi. Bunların hepsi senin. Annenin ak sütü gibi sana helal olsun, dedim. Benim bu sözüm üzerine adam bana teşekkür ederek hayvanları aldı ve gitti.
Ya Rabbi! Ben bunu sadece Senin rızanı kazanmak için yapmıştım. Bu amelimi vesile kılarak Sana yalvarıyorum. Bizi buradan kurtar!
Bu dua üzerine kaya parçası tekrar hareketlendi. Artık mağaranın ağzı açılmıştı. Ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Şükürle iki büklüm oldular ve gözyaşları içinde şükür sec- desine kapandılar.
Kıssadan Hisse
1. Anne ve babamız bize Rabbimizin birer emanetidir. Onlara hürmette kusur etmemek vazifemizdir. Aynı za- manda bilmeliyiz ki, onları memnun ettiğimiz zaman bun- dan Rabbimiz de hoşnut olmaktadır.
2. Günaha girmek için her türlü şartlar hazır olmasına rağmen sırf Allah korkusundan dolayı o günahtan kaçınmak kişiyi dikey olarak Allah’a yakınlaştırır. Böyle bir kimseyi Allah da sever, kulları da.
3. Bir kimse emri altında çalışan kişilerin hakkını ver- meli, onlara zulmetmemelidir. Diğer taraftan Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), “Her hak sahibine hakkını veriniz”15 buyurarak, aynı zamanda, “Hakkınız olmayan şeye el
15 Buhârî, Edeb 86, Savm 51, Teheccüd 15; Tirmizî, Zühd 64. 149
uzatmayın” mesajını da vermektedir. İşçi, hakkını, teri ku- rumadan almalı; ama, aynı zamanda başında bulunduğu tezgâhı çalıştırıp, işini itkan üzere (hakkıyla) tamamlamalı ve iş verenin hakkını da gözetmelidir. Çalışan kişi, işinin hakkını mutlaka vermelidir. İş veren de onu kardeşi bilmeli, işinin kazancından kendi istifade ettiği gibi ona da istifade ettir- melidir.
İş veren ve işçi, biri işi ve ücreti verirken, diğeri de çalışırken hep Allah’ın murakabesi altında oldukları şuurunu, bir an bile akıllarından çıkarmamalı ve yaptıklarını hep bu şuur içinde yapmalıdırlar. O zaman sermaye ve emeğin her ikisi de kudsîleşecek, sömüren-sömürülen çatışma ve çelişkisi de tamamen ortadan kalkacaktır.
4. Şunu hep beraber düşünelim: Acaba mağarada kalan kimselerden birisi de biz olsaydık, hangi amelimizi kendimize şefaatçi yapardık? Şayet böyle yaptığımız amel ya da amellerimiz varsa onları çoğaltalım. Eğer Rabbimizi memnun edecek amelimiz olmadığına inanıyorsak, o isti- kamette O’nun rızasını kazanmaya vâbeste güzel ameller işlemeye gayret edelim.
0 comments