Dini Bilgiler
Kehf Süresinden Mucize: Mağara Ashabı
Ashab-ı Kehf, Allah inancına sırt çevirip putperestliğe saplanan kavimlerini terk ederek yaşadıkları şehirden ayrılıp bir mağaraya sığınan, hâlleriyle insanlara ahiret inancı ve ölümden sonra dirilme hususunda ibret olan genç müminlerdir. İsimlerine gelince, Yemliha, Mekselina, Mislina, Mernuş, Debernuş, Sâzenuş, Kefeştetayyüş ve bir de köpekleri Kıtmir’dir. Onların ibret dolu hayatları Kur’ân-ı Kerim’in Kehf suresinde anlatılır.
Ashab-ı Kehf’in yaşadığı dönemde Hristiyanlık bozul- muş, krallar sefahate dalmıştır. Hatta içlerinden Dakyanus isminde bir kral putperest olmuştur. Dakyanus, cebbar ve zalim bir insandır. Allah’ın birliğine inanan insanlara imha planını uygular. Ne kadar inanmış insan varsa istisnasız hepsine işkence eder. Bu arada saraya mensup yedi genç de iman edenlerdendir.
Bundan haberdar olan Dakyanus, iman eden bu gençleri çağırarak, inançlarından vazgeçme- lerini, aksi takdirde onları öldüreceğini söyler. Gençler ise, inançlarının doğru, insanın kendi yaptığı cansız bir puta saygı göstermesinin ise yanlış ve batıl bir inanç olduğunu söyleyerek, dinlerinden dönmeyeceklerini söylerler. Dakya- nus sarayın tepkisinden çekinerek bu gençlere ilk etapta bir şey yapamaz.
Ancak onlar, daha fazla bu ortamda kalamayacaklarını bilmektedirler. Ya imanlarından vazgeçecekler, ya da inançlarını yaşamak için hicret etme yolunu seçeceklerdir. Şüphesiz ki onlar ikinci yolu tercih ederler. Şehir dışında peşlerine takılan bir köpekle birlikte, civardaki bir dağın eteğinde bulunan mağaraya sığınırlar.
O sırada Cenab-ı Hak tarafından verilen bir emirle derin bir uykuya dalar- lar. Üç asır bu mağarada uyur hâlde kalırlar. Allah’ın lutfu ve mucizesiyle, bu müddet içinde vücutları çürümesin diye sağa sola çevrilip yaşatılmışlardır.
Bu müddetin sonunda bir gün ikindi vakti sıralarında uyanırlar. Uyandıklarında kendilerini sanki bir gün kadar uyumuş hissederler. Onların şehirden çıkıp gitmelerinden sonra olay unutulmuş ve üzerlerinden bir çok hadise gelip geçmiştir. Uyandıklarında kendilerini aç hisseden bu genç- ler aralarından bir arkadaşlarını yiyecek alması için ellerin- deki para ile şehre gönderirler. Yemliha adındaki bu genç, şehre yaklaştıkça şaşırır. Yollar ve şehrin etrafı bir hay- li değişmiştir. O dönemlerde Hristiyanlara büyük eziyet- ler çektiren Dakyanus’un üzerinden çok zaman geçmiştir. Şehre gelen Yemliha ekmek almak isterken, elindeki parayı gören fırıncı bu gencin elbiselerinden şüphelenir ve elinde- ki paraya bakıp define bulduğunu zannederek onu ilgililere şikâyet eder. Üç yüz küsür yıl öncesinin parasıyla gayet tabii bir şekilde alışveriş yapmak isteyen bu adamın hâli tu- haf görülünce, hükümdarın huzuruna götürülür.
Yemliha kendi bildiklerine göre bir gün önce başlarına gelen olayı anlatır. Fakat o dönemde putperestliğin yerini Hristiyanlık almış, öldükten sonraki dirilmeye iman eden bir toplum ortaya çıkmıştır. Yemliha’nın anlattıkları neticesinde başta hükümdar olmak üzere bütün halk duruma muttalî olur ve bu durumun Cenab-ı Hak tarafından gösterilen bir mucize olduğunu anlarlar. Bu şekilde imanları ziyadeleşir. Daha sonra Allah Teâlâ, tekrar mağaraya dönen Yemliha ve arkadaşlarının ruhlarını kabzeder.
Kıssadan Hisse
1. Ashab-ı Kehf’in toplumdan ayrılmalarını ve bir mağaraya sığınmalarını bir kaçış olarak değerlendirmek mümkün değildir. Onların ayrılışı katiyen korkakların ayrılışı ile kıyaslanamaz. Onların mağaraya sığınmaları ve şehirden ayrılışları, Hz. Ömer’in hicret ederken peşinden gelme ihtimali olanlara hem de güpegündüz, Kâbe’ye gi- derek “Ben Medine’ye hicret ediyorum. Karısını dul, çoluk- çocuğunu yetim bırakmak isteyen peşimden gelsin.” de- mesi ve ayrılması gibi bir ayrılıştır. Yani hicrettir. Onlarınki de bir firardır ama Allah’a firardır ve Allah’a sığınmadır.
2. Böyle bir baş kaldırma ve hicret etme, onların tem- sil ettiği düşüncenin, o topluma zamanın yorumlarıyla farklılaşarak yeniden aksetmesine vesile olmuştur. Bu yiğitçe ve yürekten kükreyiş, kim bilir o toplumun içinde nicelerinin zihnini allak-bullak etmiş ve nicelerinin gönlü-
nü yumuşatmıştır. Tıpkı toprağa atılan bir tohum gibi bu düşünceler ve bu yiğitlerin tavırları da ağızdan ağıza, dil- den dile, gönülden gönüle nakledilerek, o topluma mâl olmuş ve zamanı geldiğinde de açan filizler, semere veren başaklar gibi bütün bir toplumu çepeçevre kuşatmıştır.
3. Ashab-ı Kehf’in saraya mensup insanlar olduğu riva- yet edilir. O dönemde, bir insanın saraydaki refah, saadet ve huzurunu terk ederek, başta kral ve bütün bir toplumun reddedeceği bir yola girmesi olacak şey değildir. Ashab-ı Kehf’in böyle davranması, elbette etrafın dikkatini çekmiş, onların bir din, bir düşünce uğruna asla katlanılamaz veya yapılamaz gibi algılanan fedakarlıklara katlanmaları, içinde neşet ettikleri toplumda şok etkisi yapmıştır. Bu şekilde mil- letin dikkat nazarlarını, onların tebliğ ve temsil ettiği mesaja çevirmiştir.
4. Mağara, aslında bir dolma, şarj olma yeri ve kendini, özünü keşfetme mekânıdır. Zira küfürle yaka paça olma ve hele kuvvet dengesinin olmadığı bir zamanda onu tu- tup sarsma, ırgalama ve nihayet mağlup etme, ancak pey- gamberâne bir güç ve azimle olur. Allah Rasûlü’nün (sal- lallahu aleyhi ve sellem) hayatına bakalım! O da peygamberlik ufkuna ulaşmak için, bi’setten önce altı ay mağara döne- mi geçirmemiş midir? Daha sonra Allah Rasûlü’nün (sallal- lahu aleyhi ve sellem) arkasında, ama mutlaka O’nun çizgisinde mücadele edenlerin hayatında hep birer mağara dönemi olmuştur. İmam Gazali’nin, İmam Rabbani’nin, Mevlana Halid’in ve Üstad Bediüzzaman’ın hayatlarında da hep bu şarj olma, özünü ve kendini bulma, inkâr düşüncesiyle mü- cadele için gerekli olan enerjiyi toplama adına inzivaları
olmuştur. Süresine gelince, bu Efendimiz için altı aydır da, diğer evliya, asfiya ve mukarrebinden ise beş sene, on sene hatta altmış sene bile halvet yaşayanlar olmuştur. Evet, insanın bazı ledünnî hitaplara mazhar olabilmesi, ilhamlar- la şahlanabilmesi ve semavî vâridâta açık hâle gelebilmesi için bir mağara dönemine ihtiyacı vardır.
5. Ashab-ı Kehf’in mağaraya sığınması imanı koru- maya yönelik bir harekettir. Ashab-ı Kehf, Rablerine inanmış gençlerdi. Allah da onların hidayetlerini artırmış ve kalplerini pekiştirmişti. Allah’a şirk koşan kendi kavim- leri içinde sayıca belki iki elin parmakları kadar yoktular. Kavimleri içinde kalıp imanlarını yitirmemek ve Allah’a şirk koşmamak için Allah’ın rahmetini umarak bir mağaraya gizlendiler. Kavimleri tevhide inananlara karşı oldukça acımasızdı, kendilerini ya taşlayarak öldürürler ya da dinle- rine döndürürlerdi. Bu durumda kavimlerinden uzaklaşıp gizlenmekten başka çareleri yoktu. Böyle zamanlarda Allah yolunda ölmek oldukça faziletliyse de hicret etmek de aynı derecede faziletli bir eylemdir. Ashab-ı Kehf’in kavimlerini değiştirebilecek bir güçleri olmadığı gibi muzaffer olarak ka- vimlerine dönebilecekleri bir yer, yani Medineler’i de yoktu.
O hâlde önlerinde üç seçenek vardı, ya yeniden şirke dönmek, ya ölmek ya da hicret etmek. Onlar taşlanarak öldürülmektense, Allah’ın rahmetini umarak hicret etme yolunu seçmişlerdi. Allah da üzerlerine rahmetini yaydı ve onları kavimlerinin zulmünden kurtardığı gibi, kendilerin- den sonraki ümmetler için de bir örnek yaptı ve hatıralarını ölümsüzleştirdi.
0 comments