Genel
Cennet dünyadaki ibadetlerin meyveleri midir?
Cennetin hiçbir şeyi dünyadakilere benzemez.
“İbn-i Abbas لَيْسَ فِى الْجَنَّةِ اِلاَّ اَسْمَائُهَا cümlesiyle işaret etmiştir. Yani “Cennet’te, dünya meyvelerinin yalnız isimleri vardır.” (Beyhakî’den naklen Âlûsî, 1, 204) Yani isimleri birdir, fakat lezzetleri ayrıdır.” (Nursi, İşarat-ül İ’caz, 146)
ifadesinde de bu hususa işaret edilmiştir.
“Rızıktan maksad, amel-i sâlihtir. Yani ‘Bu dâr-ı dünyada rızık olarak bize nasîb kılınan amel-i sâlih, yani şimdi yediğimiz rızıklar dünyada yaptığımız amel-i sâlihin neticesidir.’ Yani amel ile ceza arasında o kadar ittisal (bağlılık) vardır ki; sanki dünyadaki amel, âhirette tecessüm edip sevab kesilmiştir. Onların sevinçleri, bu noktadan hasıl olmuştur.” (İşarat-ül İ’caz, s. 152)
Bu açıklamadan da anlaşıldığı üzere, cennetteki yiyecekler, dünyadaki salih amellerin karşılığıdır.
“Ceza amelin cinsinden olduğu”na göre, dünyada yapılan salih amellerin karşılığı cennetteki nimetlerdir, cennet meyveleridir.
Bediüzzaman Hazretlerinin biraz daha açık olan bu ifadesinden, İmam Rabbani Hazretlerinin ilgili ifadesinde mecaz beyanlara yer verildiğini anlamak mümkündür.
Buna göre, “Orada olan her şey dünyadaki ibadetlerin, iyiliklerin meyveleridir.” ifadesinden maksat, salih amellerin meyvelere dönüşmesi değil, o meyveleri netice vermesidir.
Kaldı ki, “Cennette olan her şey dünyadaki ibadetlerin, iyiliklerin meyveleridir.” demek, oradaki nimetlerin, dünyada yapılan iyiliklerin bir karşılığı, bir sonucu bir ürünü bir neticesi olduğu anlamına gelir.
Bununla beraber, buradaki salih amellerin cennette temessül ederek, bir meyve şeklinde insanlara takdim edilmesi de mümkündür. Aşağıdaki ifadelerde bu konunun açıklamasını görebiliriz:
“Evet âlem-i süflînin manevî tezgâhları ve küllî kanunları, avalim-i ulviyededir. Ve mahşer-i masnuat olan küre-i arzın hadsiz mahlukatının netaic-i a’malleri ve cin ve insin semerat-ı ef’alleri, yine avalim-i ulviyede temessül eder. Hattâ hasenat Cennet’in meyveleri suretine, seyyiat ise Cehennem’in zakkumları şekline girdikleri, pek çok emarat ve pekçok rivayatın şehadeti ile ve hikmet-i kâinatın ve ism-i Hakîm’in iktizasıyla beraber, Kur’an-ı Hakîm’in işaratı gösteriyor.”
“Evet zeminin yüzünde kesret o kadar intişar etmiş ve hilkat o kadar teşa’ub etmiş ki, bütün kâinatta münteşir umum masnuatın pek çok fevkinde ecnas-ı mahlukat ve esnaf-ı masnuat, küre-i zeminde bulunur, değişir; daima dolup boşalır.”
“İşte şu cüz’iyat ve kesretin menba’ları, madenleri elbette küllî kanunlar ve küllî tecelliyat-ı esmaiyedir ki; o küllî kanunlar, o küllî tecelliler ve o muhit esmaların mazharları da bir derece basit ve safi ve her biri bir âlemin arşı ve sakfı ve bir âlemin merkez-i tasarrufu hükmünde olan semavattır ki; o âlemlerin birisi de Sidret-ül Münteha’daki Cennet-ül Me’vadır. Yerdeki tesbihat ve tahmidat, o Cennet’in meyveleri suretinde (Muhbir-i Sadık’ın ihbarıyla) temessül ettiği sabittir.”
“İşte bu üç nokta gösteriyorlar ki: Yerde olan netaic ve semeratın mahzenleri oralardadır ve mahsulâtı o tarafa gider.”
“Deme ki: Havaî bir ‘Elhamdülillah’ kelimem, nasıl mücessem bir meyve-i cennet olur? Çünki sen gündüz uyanık iken güzel bir söz söylersin; bazen rüyada güzel bir elma şeklinde yersin. Gündüz çirkin bir sözün, gecede acı bir şey suretinde yutarsın. Bir gıybet etsen, murdar bir et suretinde sana yedirirler.”
“Öyle ise, şu dünya uykusunda söylediğin güzel sözlerin ve çirkin sözlerin; meyveler suretinde uyanık âlemi olan âlem-i âhirette yersin ve yemesini istib’ad etmemelisin.” (Sözler, s. 580-581)
0 comments