Genel
Müslümanlar için gerçek yurt, dünyada dâru’l-İslâm, âhirette dâru’s-selâm
Müslümanlar için gerçek yurt, dünyada dâru’l-İslâm, âhirette dâru’s-selâm’dır.
loading...
Dünyanın uzak-yakın kimi yörelerinde uzunca bir zamandan beri yaşanan Müslüman göçmenlerin yürek yakan dramını, insanları yer ve yurtlarından eden acımasız baskı ve öldürmeleri, belki de daha acısı, müslümanlara bulundukları yerlerde, vatanlarında kendi yönetimleri eliyle dinlerini rahat bir şekilde yaşama imkanlarını kısıtlama girişimleri bir şeyleri yeniden düşünmeyi gerektirmektedir. “Yurt” kavramı ve çağrıştırdığı gerçekler üzerinde değerlendirmeler de bu noktalardan biridir.
Önce şu tespiti yapalım: Müslümanlar için gerçek yurt, dünyada dâru’l-İslâm, âhirette dâru’s-selâm’dır.
Dini kültürümüzde dâru’l-İslâm, dâru’l-emn, dâru’l-küfr, dâru’ş-şirk, dâru’l-fısk gibi bazı tabir ve tanımlamalarla karşılaşıyoruz. Bunlar “yurt”un dünyadaki çeşitlerini ifade eder. Ukbâ’da/ahirette yurt denildiği zaman ise, dâru’s-selâm (cennet) ve dâru’l-azâb (cehennem) karşımıza çıkar. Dâru’l-âhire veya dâru’l-bekâ tanımlamaları da cennet ve cehennemin her ikisini birlikte ifade etmek için kullanılır.
İSLAM’DA “YURT” KAVRAMI
Yurt ile ilgili bu tabir ve tanımlamaların iman ve imansızlık temeline dayalı olarak yapıldığı açıktır. Bunların kısa da olsa açıklamalarına yer vermek isabetli olacaktır.
Dâru’l- İslâm, İslam’ın hâkimiyetinde, İslam ahkamının geçerli olduğu yurt.
Dâru’l-emn, güven içinde ve özürce yaşamaya elverişli yurt.
Dâru’l-küfr, Allah’ı inkar edenlerin hakimiyetindeki yurt.
Daru’ş-şirk, birtakım yaratıkları Allah’a eş ve ortak sayanların egemen olduğu yurt.
Dâru’l-fısk, gizli-açık günahların işlendiği, günahların ve günahkârların hakimiyetindeki yurt.
Dâru’s-selâm, mutluluk yurdu, Cennet
Dâru’l-azâb, azap yurdu, Cehennem
Bu kısa döküm veya tablo “yurt” denilince, nasıl bir çerçeve ile karşı karşıya bulunduğumuzu açıkça ortaya koymaktadır.
ÇAĞRI
Hidayet rehberimiz Hz. Peygamber, Allah’a çağrır: “Allah’a çağıran, sâlih amel yapan ve “Ben Müslümanlardanım” diyen kimseden daha güzel çağrısı olan kim vardır?”1 âyet-i kerimesi bu gerçeğin kanıtıdır.
Allah dâru’s-selâm’a çağırır; “Allah, kullarını huzur ve barış yurduna dâvet eder.2
Dâru’s-selâm’ın cennet olduğu ise, “Allah, izni ve keremiyle Cennet’e ve bağışlamaya çağırır”3 âyetiyle açıklık kazanmaktadır.
Bu demektir ki, Allah Teâlâ ve Resulullah (s.a.) ümmet-i Muhammed’i, bu çağrıları ile, onların nasıl bir yurt bilgisine ve hedefine sahip olmaları gerektiğini de açıklamış olmaktadırlar.
Çağrısı yapılan böylesi bir yurda kavuşabilmek için «dâvete icâbet” etmeye ihtiyaç bulunmaktadır.
“Ey iman edenler! sizi, hayat verecek şeylere çağırdığında Allah ve Resûlünün çağrısına koşun.”4
Allah ve Resulünün çağrılarına cevap vermek, elbette müminler için yeni bir hayata kavuşmak demektir. Çünkü Allah ve Resülü’nün bilgi ve uygulama olarak tüm çağrıları özelde inananlara, genelde insanlara hayat verecek niteliğe sahiptir. Buradan hareketle şöyle bir sonuca gitmek mümkündür. Hz. Peygamber hayatta iken onun çağrısına uyup icabet etmek, yani yasakladıklarını terkedip emirlerini takat ölçüsünde yerine getirmek, çağrıya uymak demek olduğu gibi, Peygamberden sonra gelen ümmet nesillerinin Kur’an ve Sünnet’teki buyruklara uyup ona göre yaşamaları da Allah ve Resülünün çağrısına icâbet etmek anlamındadır. Bu ise, dünyada dârul-İslâm, ukbada dâru’s-selam demek olan İslâm yurdunun Kitap ve Sünnetteki çağrılara cevap vermekle elde edilebileceğini gösterir.
İslâm’ın kurmak istediği yurdun yani dâru’l-İslâm’ın temel özelliği, “en büyük zulüm olan şirk”ten ve baskıdan uzak, hukuk ve adaletin hakim olduğu Tevhid ülkesi olmasıdır. Bu da kıyamete kadar geçerli olan İslam’ın “hayat verecek çağrı”sına koşacak olan müminlerin bu tavır ve davranışlarının ne kadar anlamlı ve önemli olduğunu göstermektedir.
UYARI
Öte yandan bu noktada şu ilahi uyarı da işin bir başka yönünü gözler önüne sermekte, konuya ait ciddi bir tehlikeyi haber vermektedir:
“Şeytan size gerçekten düşmandır; siz de onu düşman belleyin. O, kendisine uyanları cehennemlik olsunlar diye Allah’a karşı gelmeye çağırır.5
Yurt kavramı çerçesinde söz konusu olan dâru’l-azab’ın da bir davetçisi ve bir çağıranı bulunduğu, meselenin bu noktadan da oldukça uyanık ve bilinçli olmayı gerektirdiği ortaya konulmuştur.
“Allah’a çağıran” Hz. Peygamber ve “Allah’a karşı gelmeye çağıran” şeytan-ı aleyhi’l-la’ne, çağrılıların tercihlerine göre yaşanılan yurdun ve âhirette ulaşılıcak yurdun niteliğini oluşturacak iki zıd çağrı sahibidirler.
“O gün, zalim kişi ellerini ısırıp, keşke peygamberle birlikte yol tutsaydım, vay başıma gelene! Keşke falancayı dost edinmeseydim. Ant olsun ki beni, bana gelen Kur’an’dan o saptırdı. Şeytan insanı yalnız ve yardımcısız bırakıyor”6 der.
Böylesi bir pişmanlığı paylaşmamak ve acı itirafı dillendirmek zorunda kalmamak için yapılacak iş bellidir. Peygamberle birlikte yol tutmak, yani sünnete gücü ölçüsünde uymaktan ibarettir. Böyle bir uyumun anlamı ise, onu gerçekleştiren mü’min açısından dünyada dâru’l-İslâm’ı, âhirette dâru’s-selâm’ı yurt edinmek demektir. Yani Allah ve Resülünün hayat verici çağrılarına tereddüt göstermeden, “acaba” hesabiliğine kapılmadan icabet etmektir. Bu, “ Güzel sonuç, Allah sayıgısı sahipleri içindir”7 âyetinin tecelli etmesi yani tek kelime ile mutlu sona ermektir.
Yurt, işte şimdi anlamlı ve güzeldir. Yarışmacılar da işte bunun için yarışa iştirak etmelidir.
0 comments