Dini Bilgiler
Hanefilerin, midyenin haramlığı noktasındaki kanıtı nedir?
– İmam Ebu Hanife’nin midyenin haramlığı noktasındaki kanıtı nedir, yani sadece kendi görüşüne göre haram olması mıdır?
– Midye ve balık cinsinden olmayanları yemek Hanefi mezhebine göre haramdır. Ben bu konuya kanıtlarıyla muhalefet etmekteyim ve kanıtlı bir cevap istiyorum, aksi halde kalbim tatmin olmayacak. Asıl sorum İmam Hanefi bu hükmü neye göre vermiştir?
– Eğer sadece İmam Hanefi’ye hoş gelmediği, necis gördüğü için haram saymışsa öyleyse bu kişiye ve coğrafyaya göre değişmektedir. Bu şekilde kişiye göre delilsiz bir hüküm olamaz. İmam Şafi, Maliki ve Hanbeli’ye göre ve şu ayetlerde şüpheye yer bırakmayacak şekilde (Maide, 5/96; Nahl, 16/14) helal edilmiş olanları İmam Hanefi hangi kanıtla haram etmektedir?
– Ayrıca Allah haram hayvanları açıkça Enam 145’de saymıştır öyleyse imamlar hala neden tevile gitmektedir? Bu konuda açıkça “Haramlığı size okunanların (bildirilenlerin) dışında bütün hayvanlar size helâl kılındı.” (Hac 30) ayeti olduğu halde.
– Sonuç itibariyle Hanefi tevili yanlıştır, zaten ayetle sabit bir konuda tevile gerek de yoktur. Bütün Hanefiler helal olan bu ürünleri haram zannederek yememektedirler. Bir ilahiyatçı olarak cevabınızı bekliyorum.
Değerli kardeşimiz,
Bir mezhepte helal kabul edildiği halde, diğer bir mezhepte haram sayılan pek çok şey vardır. Her birinin de ayet ve/veya hadislerden delilleri vardır. Mesela;
– Şafii mezhebinde veli olmadan nikah kıyılamaz, yani bu fiil haramdır, halbuki Hanefî mezhebinde bu caizdir.
– Hanefî mezhebinde Vitir namazını kılmamak günahtır, Şafii’de ise -sünnet olduğu için- bazen kılmamak mekruh bile değildir.
– Eli kadına değen bir Şafii’nin o abdestle namaz kılması haramdır, caiz değildir. Hanefî mezhebinde ise -kerahetsiz-caizdir.
Asıl konuya gelecek olursak;
Alimlerin ekseriyeti deniz hayvanlarının helâl olduğu görüşündedirler. Ancak karada yaşayan ve yenmesi haram olan insan, domuz, köpek, ayı gibi hayvanların ismini taşıyan deniz hayvanlarında ihtilâf etmişler; bazıları bunların helâl olmadığını ifade etmişlerdir. İmam Mâlik’e göre yalnızca deniz domuzu mekruhtur. Bazı müçtehitler kurbağa ve timsahı, bazıları da yılanı istisna etmişlerdir.
Delilleri:
“Deniz avı ve deniz yiyeceği size helâl kılındı.” (Maide, 5/97)
“Denizin suyu temizdir ve temizleyicidir, ölüsü de helaldir.” (Neylu’l-Evtar, 8/149)
“Allah Âdemoğulları için denizdeki ürünleri boğazladı (yani boğazlamaya gerek olmadan yenmeleri helaldir).” (Neylu’l-Evtar, 8/150)
Cumhur için, daha başka sahih hadisler de vardır. (bk. V. Zhaylî, el-Fıkhu’l-İslamî, 3/678-680)
Özetle, Hanefilerin dışındaki üç mezhebe / alimlerin cumhuruna göre deniz / su ürünlerinin hepsi helaldir.
Hanefîlere göre ise deniz hayvanlarından yalnızca -bütün nevileriyle- balık helâldir. Bu hayvanın boğazlanması gerekmez. Kendiliğinden ölen yenmez. Dalga, taş, havasızlık, avlanma gibi sebeplerle öleni yenir. Diğer deniz hayvanları ya iğrenç oldukları veya balık olmadıkları halde boğazlanmadıkları için yenmez.
Hanefî mezhebine göre, balık dışındaki bütün deniz / su ürünlerinin yenilmesi haramdır.
Delilleri:
“Kendiliğinden ölen hayvanlar size haram kılındı.” (Maide, 5/3),
“Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve İncil’de vasıfları yazılı o ümmî Peygambere tâbi olurlar. O Peygamber ki kendilerine meşrû şeyleri emreder, kötülükleri yasaklar, kendilerine güzel ve hoş şeyleri mübah, murdar şeyleri ise haram kılar.” (A’raf, 7/157)
mealindeki ayetlerdir.
Onlara göre, balık dışındaki diğer deniz hayvanları tiksinti duyulan, murdar şeylerdir. Onların ölüsü yenmez.
Buna göre, Hanefîler Maide 3. ayette geçen “meyte” lafzını mutlak şekilde yorumlamışlar, ayrıca balık dışındaki türleri “habâis” (iğrenç şeyler) kapsamında kabul etmişlerdir.
İslam’da helal ve haram hükümlerin konulması “menfaatin celbi ve mazarratın defi (yararın sağlanması ve zararın önlenmesi)” ilkesine dayanır. Kuran’da temiz ve yararlı olan şeyler için “tayyibât”, pis ve sağlığa zararlı gıdalar için “habâis” ifadesi kullanılır.
Nitekim, şu ayetlerde bunu görmekteyiz:
“De ki: Pis olan şeyle, temiz olan eşit değildir. Pis olanın çokluğu hoşuna gitse de bu böyledir.” (Bakara, 2/172)
“Ey Peygamberler! Temiz olan şeylerden yiyiniz.”(Müminûn, 23/51)
“O peygamber, onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar.” (A’râf, 7/157)
Kuran’da yiyecekler konusunda haramlıkla ilgili açıklamaların ortak noktası ise, insanın tabiatı itibariyle “tayyibât” (iyi ve temiz) görülemeyecek nitelikteki “habâis” (temiz görülmeyen ve iğrenilen) şeylerin yenmemesi gereğidir.
Burada geçen “habais”ten olma vasfı insan için zararlı olabilecek şeyleri içine aldığı gibi tabiatı gereği insanın iğrendiği tüm hayvanları da kapsayabilir. İslam alimleri yılan, fare, kaplumbağa, köstebek, kirpi, solucan, sinek gibi hayvanların bu gruba girdiğini ifade etmektedirler.
İşte Hanefi mezhebi, midye, kalamar, yengeç, istakoz, ahtapot vb. deniz ürünlerini bu kategoride değerlendirdiği için bu hayvanların etlerinin yenilmesini caiz görmemektedir.
İçtihat ile kulluk
Kulluk yalnız Allah’a olacaktır ve bu da O’nun kulundan ne istediğini; yani kulunun nasıl davranmasını, neye nasıl inanmasını, neyi nasıl yapmasını dilediğini bilmeye bağlıdır.
Kur’an ve hadisler “Allah’a ve Resulüne itaat ve onların bildirdiklerine ittiba (uygun davranma) üzerinde ısrarla duruyor ve bunlarsız kulluğun olmayacağını” kesin olarak ifade ediyor.
Şu halde kulluk: Bilmek, itaat ve ittiba ile gerçekleşiyor.
Allah Teâlâ peygamber göndererek kulundan ne istediğini bildirmediği takdirde kul, ne yaparsa yapsın ona itaatsizlik etmemiş (mesela haram yememiş), bu sebeple de cezayı hak etmemiş oluyor.
Alah, Peygamber gönderip kulundan ne istediğini bildirdiğinde eğer belli bir konuda belli (açık ve kesin) bir bilgi gelmiş ise bunu, açıklandığı gibi yapmadıkça kulluk gerçekleşmez. Şarap, faiz, zina, domuz, yalan, iftira; cana, mala, namusa tecavüz haramdır; namaz, oruç, hac, zekat, gerektiğinde cihad farzdır; bu haramlar ve farzlarla ilgili açıklamalar (vahiy, âyetler ve hadisler) açık ve kesindir. İşte bu ve benzeri konularda itaat (kulluk) ancak açıklanana, bildirilene uygun davranmakla gerçekleşir.
Son din İslam’dır, insanlık var oldukça Allah’a kulluk bu dinin bildirdiklerine uymakla olacaktır. İnsan, eşya ve ilişkiler mahiyet veya nitelik bakımından durmadan değişiyor; Hz. Peygamber (asm)’in yaşadığı zamanda bulunmayan birçok nesne, ilişki biçimi, araç, âdet ve âlet ortaya çıkıyor. Eğer vahiy, hem geldiği zamanda hem de bütün zamanlarda olacak ve bulunacaklar için açıklamalar yapsaydı evler dolusu kutsal kitap ve hadisler olması gerekirdi. Ayrıca o günün muhataplarının hayatlarında bulunmayan şeylerden bahsetmek abes olurdu. Bu sebeple Allah Teâlâ o gün yaşayanlar ile daha sonra gelecek olanlar için zorunlu olanları açıkladı, geri kalanları ise ‘açıkladıklarına bakarak bulup uygulamalarını’ kullarına bıraktı.
İşte bu “açıkladıklarına bakarak bulup uygulama”nın adına içtihat denir.
İçtihat kul/beşer işidir; o bakacak, anlayacak, düşünecek ve söylenmişten söylenmemişin bilgisine ulaşacak. Bu işte hatanın veya ihtilafın (farklı anlama, sonuç çıkarma, çözmenin) kaçınılmaz olduğu –insanın mahiyeti ve nitelikleri bakımından- kaçınılmazdır.
Buna rağmen Allah, “açıklamadıklarımı da açıkladıklarıma bakarak doğru (ben açıklasaydım nasıl açıklar idiysem öyle) bulun, aksi halde bana itaatsizlik etmiş olursunuz” deseydi kullarına “imkansızı teklif” etmiş olurdu. O imkansızı teklif etmeyeceğini de bildirmiştir.
Şu halde içtihatlık alanda itaat, kulun çabası sonunda ulaştığı zan ve kanaate göre davranmasıyla gerçekleşecektir. Bu zan ve kanaate göre haram bildiğinden uzak duracak, helal bildiğine yaklaşacak, farz ve vacip bildiğini yerine getirecektir.
İçtihat yapamayacak olanlar da yapanlara danışarak, onlardan fetva alarak itaat edeceklerdir.
Yasak olan, vahyi göz önüne almadan (açıklananlara bakmadan) kendi aklı ve arzusuna göre hüküm çıkarıp uygulamaktır. Usulünce içtihat yapıldığında ise sonuç hatalı olsa da (mesela Peygamberimiz hayatta olsaydı da bu sonuç ona arz edildiğinde hatalı bulsaydı) yine de kul üzerine düşeni yapmış ve bir ecir (ahiret için değerli karşılık) almış olacaktır. İsabet etmiş olması halinde ise ecri artacaktır.
Bu ecir meselesinin de hikmeti, müçtehidi olanca gücünü sarf etmeye teşviktir.
0 comments