Dini Bilgiler
Namazı huşu içinde kılmak için ne yapmalıyım?
– Peygamber Efendimiz (s.a.s) namaz kılarken nasıl bir şuurla kılardı?
– Göğsünden tencere sesi gibi ses geldiği doğru mudur?
Değerli kardeşimiz,
Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de Bakara Suresinin 45. ayetinde sabır ve namazla Allah’tan yardım istememiz emredilmekte, devamında namazın huşu içerisinde olanlardan başkasına ağır geleceği ifade edilir:
“Sabır ve namazla Allah’tan yardım dileyin. Şüphesiz namaz, huşu içerisinde bulunanlardan başkasına ağır gelir.”
Müminûn suresinin ilk ayetlerinde ise, kurtuluşa erecek olan müminlerin bir takım vasıfları sayılmakta, bunlardan ilkinin namazlarını huşu içerisinde kılanlar olduğu bildirilmektedir:
“Müminler kurtuluşa ermişlerdir. Onlar namazlarını huşu içerisinde kılarlar.” (Müminûn, 23/1-2)
Namazın kıyam, kıraat, rüku ve sücut gibi dış organlarla yerine getirilmesi gerekli olan farzları bulunduğu gibi, huşu, huzû ve ihlas gibi kalbe ait bir takım özellikleri de bulunmaktadır. Nitekim meallerinin verdiğimiz ayetler bunu ifade etmektedir.
Huşû, sözlükte insanın kendisini üstün görmemesi, alçak gönüllülük, tevazu, kalbin yumuşaklığı, inceliği, daima Allah’tan korkup ona karşı saygıyla dolması gibi manalara gelir. Namazda huşû demek; namaz kılarken insanın, kalbini dünya sevgisi ve meşgalelerinden uzak tutarak Allah’a bağlaması, kendisini tam manasıyla namaza vermesi, namazın dışındaki her şeyi unutması, zihni ve kalbi sadece namaza teksif etmesidir.
Namazlarını huşû içerisinde kılanlar Allah’ın huzurunda bulunmanın, bütün benlikleriyle O’na yönelmenin hazzını tadarlar, bundan büyük bir zevk alırlar, dünyanın gam ve kederinden, sıkıntı ve eleminden kurtularak sükuna ererler, büyük bir rahatlık ve ferahlık duyarlar. Kalplerinde hissettikleri bu ferahlık, huzur ve sükun bütün vücutlarını kaplar. İbadetlerinde ve namazlarında sadece Allah’ı düşünürler, zihinlerindeki bütün meşguliyetler silinir. Gönülleri sadece Rablerine bağlanır. İnsan canı sıkıldığı, bunaldığı zaman ibadete sarılır, namaza yönelirse ruhu açılır, sıkıntısı gider, içi rahatlar. Peygamber efendimiz namazla meşgul olduğu zaman dinlenir, içindeki gam, keder, tasa gider huzura kavuşurdu. Onun için içinde bir sıkıntı hissettiği zaman hemen namaza kalkarak Allah’a sığınır, “Gözümün aydınlığı namazdadır” derdi. Biz de öyle yapmalıyız. Şair Vehbi ne güzel söylemiş:
“Yüzünü sür o ulu dergaha,
Kıl huşû ile niyaz Allah’a.”
Kalbin huşû içerisinde olması diğer organlara da tesir eder, bunun eseri diğer organlarda da görülür. Nitekim Peygamber efendimiz, namaz kılarken sakalıyla oynayan birini görünce: “Bunun kalbi huşû içerisinde olsa idi organları da huşû içerisinde olurdu.” buyurmuştur. (Sübülü’s-selam, I, 147)
Huşû ibadetlerimizi anlamlı kılar, huşû namazın ruhudur. Huşûsuz kılınan namaz da sahih olur, fakat huşû ile kılınan namazın sevabı daha fazla olur. Kur’an-ı Kerimde Peygamber Efendimize (asm) hitaben:
“Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da usulüne uygun şekilde kıl. Çünkü bu şekilde kılınan namaz insanı her türlü fenalık ve kötülükten alıkoyar.” (Ankebût, 29/45)
buyrulmuştur. Ayetin sırrının tecelli etmesi, namazın zahirî farzlarından başka, huşû, huzû ve ihlas gibi kalbî hususların da yerine getirilmesine bağlıdır.
Namazı huşû içerisinde kılanlar denilince hiç şüphesiz ilk akla gelen Peygamber efendimiz olur. Peygamber Efendimiz (asm) namazlarını son derece huşû ve huzû içerisinde kılar, her hususta olduğu gibi bu hususta da ümmetine örnek olurdu. Onun namazından bahseden sahabiler şöyle diyorlar:
“Resulullah namaz kılarken (Allah’ın huzurunda bulunmaktan dolayı) göğsünden, dönmekte olan değirmen taşının veya kaynamakta olan tencerenin sesi gibi ses işitilirdi.” (Ebu Davud, Salat, 156)
Fiiliyle ümmetine örnek olan Peygamber Efendimiz (asm) sözleriyle de onları namazlarını huşû içerisinde kılmaya teşvik ederdi. Hadis-i şeriflerinde şöyle buyururmuştur:
“Yüce Allah beş vakit namazı farz kıldı. Kim güzelce abdest alıp namazları vakitlerinde kılar, huşû ve rukûunu tam yaparsa, Allah’ın onu bağışlayacağına dair vaadi vardır. Böyle yapmayan kimse için ise, Allah’ın bir vadi yoktur; dilerse onu bağışlar, isterse azap eder.” (Ebu Davud, Salat, 9)
“Bir Müslüman namaz vakti girince güzelce abdest alır, huşû içerisinde rukuunu tam yaparak namazını kılarsa, büyük günah işlemediği müddetçe, geçmiş küçük günahlarına kefaret olur. Bu ömür boyunca böyle devam eder.” (Müslim, Taharet, 7)
Görüldüğü gibi, adabına uygun bir şekilde huşû içerisinde kılınan beş vakit namaz, vakit aralarında işlenen küçük günahlara kefaret olmaktadır. Büyük günahlara gelince, onlar için ayrıca tövbe edilmesi gerekir.
İhlas ve huşû kalple ilgili özellikler olup namaz ve diğer ibadetlerde çok önemlidir. Namazda ihlas ve huşûdan uzak olan kimse, onun diğer şartlarına da riayet etmez, eksik yapar. Nitekim Peygamber Efendimiz (asm) bir defa ashabına kötü davranışlardan ve hırsızlıktan bahsederken:
“Hırsızlığın en kötüsü kişinin namazından çalmasıdır.” buyurdu. Bunun üzerine onlar:
“Ya Resûlellah, kişi namazından nasıl çalar?” diye sordular. Efendimiz şu cevabı verdi:
“Rükûsunu ve secdelerini tamamlamaz, yani namazını adap ve erkanına riayet ederek kılmaz.” (Muvatta, Kasru’s-salât, 72)
İslam büyükleri de namazda huşûa büyük önem verirler, namazlarını tam bir huşû içerisinde kılarlar, böylece kendilerinden sonra gelenlere örnek olurlardı. “Bir defa ensardan biri harp esnasında namaz kılarken üç defa oklara hedef olmuş, fakat namazını bozmamıştı. Onun Kur’an okurken duyduğu zevk, okların verdiği azaba galip gelmişti.”(1)
İslâm âlimlerinden bazıları huşûun korku gibi sadece mânevî (kalbe mahsus) bir hal, bazıları sakin ve vakur olmak gibi beden ve organlara ait bir tavır, bazıları ise hem kalp hem de bedenle ilgili bir durum olduğunu düşünmüşlerdir. (Fahreddin er-Râzî, XXVIII, 77)
Gerçekte huşû kökleri kalpte, belirtisi bedende olmak üzere bu iki çeşit fiili de kapsamaktadır.
Kalple ilgili olan yönü, Allah’ın azameti karşısında kulun büyük bir saygı hissiyle edep haline geçmesi; hariçle ilgili yönü ise bu saygı ve edep duygusunun organlara yansımasıyla sükûnet ve vakar ifade eden bir görünüş, duruş ve davranış sergilemesidir. Meselâ namazda kulun kalbinde hissettiği huşû gözlerin sadece secde yerine bakıp sağa sola kaymaması şeklinde tezahür eder. (Elmalılı, V, 3428).
Esasen şeklî olarak saygı ifade eden herhangi bir davranış kalpteki saygı ve korku hissinden kaynaklanmadıkça dinî bir değer taşımaz ve dolayısıyla huşû olarak nitelenmez.
Nitekim Hasan-ı Basrî, huşûun kalp için gerekli ve ondan ayrılmayan dâimî bir korku olduğunu (Mâtürîdî, I, vr. 20), Cüneyd-i Bağdâdî de kalplerin ileri derecede saygı ve sevgiden dolayı Allah’a boyun eğmesi (Kuşeyrî, s. 116) anlamına geldiğini söylemiştir.
Hz. Peygamber (asm), diğer ibadetlerde olduğu gibi namazda da huşûa çeşitli vesilelerle dikkat çekmiş, huşû halini zedeleyecek şekilde namaz kılanları ikaz etmiş, bizzat kendisi gözünün nuru saydığı namazda hem zihnini hem de bedenini gafletten ve gafilce hareketlerden uzak tutarak huşûda ümmetine örnek olmuştur.
Hadis mecmualarında ve fıkıh kitaplarında namazın sünnetleri, âdâbı, mekruhları, namazı bozan şeyler vb. başlıklar altında bu ibadetin şekil ve ruhuyla ilgili ayrıntılı bilgi bulmak mümkündür.
Bazı fıkıh âlimleri huşûu namazın şartlarından kabul etmişlerse de büyük çoğunluk, huşûun irade dışı yönlerinin bulunduğu, kazanılmasının belli bir terbiye sürecini gerektirdiği, dolayısıyla her Müslümanın namaz esnasında kalp huzurunu sürekli korumasının mümkün olmadığı gerçeğinden hareketle huşûun namazın şartlarından değil kemalini sağlayan sünnetlerinden olduğunu belirtmişlerdir.
Bunun için de kişinin bütün kalbiyle Allah’a yönelerek her türlü dünyevî düşünceden uzak durmaya çalışması, okuduğu âyetlerin mânasını düşünmesi, secde yerine bakması ve gereksiz hareketlerde bulunmaması tavsiye edilmiştir.
Hz. Peygamber (asm) Efendimiz de;
– Namazda ilâhî rızâ ve rahmete nâil olabilmek için yüzünü sağa sola çevirip bakmaktan, yani namazın ruhu olan huşûu zedeleyecek hareketlerden kaçınılmasını istemiş (Müsned, VI, 130, 443; Ebû Dâvûd, Salât, 165), ayrıca;
– Yemek hazırken namaza durmak (Buhârî, Ezân, 42; Müslim, Mesâcid, 64),
– Namaz vaktinin çıkması söz konusu olmadığı halde, sıkışık abdestle namaz kılmak (Müslim, “Mesâcid”, 67)
gibi âdâba aykırı olan davranışlar namaz kılanın zihnini meşgul edeceğinden, böyle durumlarda namaza başlamayı uygun bulmamıştır.
Hz. Ali’nin Namazı
Rivayet edildiğine göre Hz. Ali namaz vakti gelince yüzünün rengi sararır, titremeye başlardı. Kendisine:
“Ey müminlerin emiri ne oluyor sana?” denilince:
“Allah’ın yere, göklere ve dağlara arzedip kabul etmedikleri ve insanın kabullendiği emanetin ifası vakti geldi. Korkum bu emaneti gereği gibi yerine getirememektir.” derdi.(2)
Hz. Ali bu sözü ile Ahzab suresinin 72. ayetine işaret ediyordu. Ayetin anlamı şöyledir:
“Şüphesiz ki biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, sorumluluğundan korktular. Onu insan yüklendi. Şüphesiz ki o çok zalim ve çok cahildir.”
Emanetin birçok anlamı vardır. Burada söz konusu olan “işlenmesinde sevap, terk edilmesinde azap olan” ibadet ve benzeri sorumluluklardır. Sorumluluk insanlara mahsus bir meziyettir, diğer yaratıklar için söz konusu değildir.
İmam Azam’ın Namazı
Diğer İslam büyükleri gibi İmam Azam da ibadetlerini huşû ile ifa eder, namazını huşû içerisinde kılardı. Biri İmam-ı Azam’a gelerek:
“Ya İmam, ben namazlarımı huşû içerisinde kılamıyorum. Namazda iken develerimi otlatıyor, onlarla ilgileniyorum. Oysa siz benden daha zenginsiniz. Peki siz ibadet zevkine nasıl erişiyor, ibadetlerinizi huşû içerinde nasıl yapıyorsunuz?” diye sormuş.
İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri şöyle cevap vermişler:
“Ben develerimi kalbime bağlamam ki, ahıra bağlarım!..”
Peki namazda huşûu nasıl elde edeceğiz?
Hoca Bahaeddin Nakşibend Hazretleri (ö.791/1389) namazda huşû elde etmek için şu dört şartın yerine getirilmesi gerektiğini söyler:
1. Helal lokma,
2. Allah’ın huzuruna çıkacağı şuuruyla abdesti dikkatlice almak,
3. İftitah tekbiri getirirken Allah’ın huzurunda olduğunu hissetmek,
4. Namaz dışında da namazdaymış gibi hareket etmeye çalışmak.
Diğer İbadetlerde Huşû
Kalbi huşû içerisinde olmayan insan ibadetlerinden zevk almaz. Huşû hem ibadetlerin değerini artırır, hem de insana ibadetlerinin zevkini tattırır. Onun için huşû sadece namaza mahsus değildir, diğer ibadetlerde de söz konusudur. Peygamber efendimiz ibadet ve bütün davranışlarında huşû içerisinde bulunur, dualarında huşûdan mahrum kalpten Allah’a sığınırdı. Efendimiz (asm) şöyle dua ederdi:
“Allah’ım! Huşû içerisinde bulunmayan kalpten, kabul olmayan duadan, doymayan nefisten ve faydasız ilimden sana sığınırım.”(3)
Huşû ve ihlasla ibadet yapmak, hadisi şerifte belirtilen ihsan derecesine yükselmek demektir. Peygamber Efendimize (asm) ihsanın ne olduğu sorulunca şöyle cevap vermiştir: “Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etmendir, sen her ne kadar O’nu göremiyorsan da O seni görüyor.”
Demek ki ihsan, dünyevi duygulardan sıyrılarak sanki Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etmektir. Buna Kuran’da da işaretler vardı. Yüce Rabbimiz şöyle buyurur:
“Çok güçlü ve çok merhametli olan Allah’a güven. O, namaza kalktığın zaman seni görüyor.”(Şuara, 26/217-218)
“Ey Muhammed! Ne işte bulunursan bulun, Kur’an’dan ne okursan oku ve siz ne iş yaparsanız yapın, ona daldığınız anda sizi mutlaka görürüz.”(Yunus, 10/61)
Huşû, genellikle ihlas gibi kalple ilgili bir iştir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur:
“İman edenlerin kalplerinin Allah’ı zikretmek için huşû içerisinde bulunmaları ve ondan inecek gerçeğe içten bağlanmaları zamanı hâlâ gelmedi mi?”(Hadid, 57/16)
Hazreti Ali de: “el-Huşû’u fil-kalb: Huşû kalptedir.” demiştir. (4)
Ashaptan Huzeyfe, dininizden ilk kaybedeceğiniz şeyin huşû olduğunu, Sehl b. Abdullah da huşû sahibi olan kimseye şeytanın yanaşamayacağını, söylemiştir.(5)
0 comments