Dini Hikayeler
Zina İçin İzin İsteyen Genç Sahabi
Ebû Ümame el-Bâhilî’nin (radıyallahu anh) anlattığına göre:
Yeni müslüman olmuş bir genç Peygamber Efendimiz’e ge- lerek:
“Ey Allah’ın Peygamberi, zina etmeme izin ver.” gibi çirkin bir istekte bulundu. Orada bulunanlar hemen gencin üzerine yü- rüdüler, ayıpladılar; azarlayıp zecrettiler:
“Sus sus!” dediler. Hz. Peygamber (bir baba şefkatinden öte peygamber şefkati ile) gence dönerek:
“O’nu bana getirin!” dedi, getirilince de “Yaklaş”, buyurdu. Genç, Peygamberimiz’in yanına yaklaştı. Peygamberimiz:
“Otur.” buyurdu. Genç de varıp onun yanına oturdu. Peygam- berimiz ile genç arasında şu konuşma geçti. Peygamberimiz:
“Bir adam bu (zina) işi(ni) annenle yaparsa bundan hoşlanır mısın?” buyurdu. Genç:
“Allah beni senin yolunda kurban etsin, hayır, vallahi bundan hoşlanmam ya Resûlallah.” dedi. Peygamberimiz:
“Diğer insanlar da senin gibi anneleri ile birisinin bu işi yap- masından hoşlanmazlar. Peki kızınla birisi bu işi yaparsa razı olur musun?” dedi. Genç:
“Allah beni senin yoluna kurban etsin, hayır, vallahi razı ol- mam.” cevabını verdi. Efendimiz:
“Hiçbir insan da senin gibi kızlarının bir başkası ile bu işi yap- malarına razı olmazlar. Peki o halde kız kardeşinin bir başkası ile bu işi yapmasını ister misin?” diye sordu.
“Allah beni senin yoluna kurban etsin, hayır, vallahi istemem ya Resûlallah.” dedi. Efendimiz:
“İşte başka insanlar da kız kardeşlerinin bu işi yapmalarını is- temezler. Ya peki halan bu işi yaparsa hoş karşılar mısın?” diye sual etti. Genç:
“Allah beni senin yoluna kurban etsin, hayır, vallahi hoş karşı- lamam.” cevabını verdi. Efendimiz:
“İnsanlar da bunu, halaları için hoş karşılamazlar. Peki ya tey- zenin zina etmesini ister misin?” buyurdular. Delikanlı:
“Allah beni senin yolunda kurban etsin, hayır, vallahi istemem ya Resûlallah.” diye cevapladı. Nihayet Peygamber Efendimiz:
“Diğer insanlar da teyzelerinin zina etmesini istemezler.” bu- yurdu (ve “Kendin ve yakınların için razı olmadığın bir şeye baş- kaları için nasıl razı olacaksın!” demeye getirdi).
Sonra mübarek elini gencin omuzuna koydu ve ona şöyle dua etti:
“Ya Rabbi, bu kulunun günahlarını affet! (Bu gibi kötü duygu- düşüncelerden) kalbini pâk et, tertemiz kıl! Fercini de (her türlü fuhşiyattan) hıfzet, iffetini koru!”
Olayı rivayet eden Ebu Ümâme (radıyallahu anh) diyor ki:
“Bu genç bundan sonra bu gibi (iffetsizliğe dair) şeylere hiç
iltifat etmedi, yönelmedi.”152 Medine’nin en iffetli insanlarından biri haline geldi.
Kimdi bu cür’etkâr delikanlı?
Onu böyle bir şeye icbar eden şartlar ne idi?
O, genç sahabe-i kirâmdan, 15-16 yaşlarındaki Hazreti Cü- leybib (radıyallahu anh) isminde bir genç idi. Yoksuldu, dış görünü- şü de fakirâneydi. Boyu oldukça kısa, yüzü çirkin ve zâhiren görünüşü sevimsiz sayılabilirdi. Görünüşe değer vermek he- men bütün insanların zaafı olduğu için, o da öyle pek kimse- den iltifat görmezdi. Bu sebeple de bir türlü evlenememişti. Gençlik heyecanı ile kalbi bir anlık sarsıntı yaşamıştı, titremeye maruz kalmıştı. Ne var ki Nebevî şefkatle dolu terbiyenin aklı ikna eden ve kalbe duayla itmi’nan veren sürecinden 10 daki- ka geçince, ânında eski Cüleybib gitmiş, yerine yenisi gelmişti. Nitekim kendisi diyecektir ki:
“Resûlullah, ellerini kalbime dayadığında o kadar huzura er- dim ki anlatamam..” Bu dua sebebiyle de kısa zamanda Cüleybib, sahabe topluluğu arasında iffetli gençler safına dahil olmuştur. Cüleybib’in derdini ve değerini iyi bilen Rasûl-i Ekrem Efen- dimiz onu evlendirmek için fırsat kolluyordu. Medineli Ensâr sahabîlerden birinin evlenme çağında bir kızı vardı. Bir gün bu zat ile baş başa kalan Nebiyyi Ekrem Efendimiz, adamın kızına dünürcü oldu ve ona:
– Kızına talibim, dedi. Kızını kendisi için istediğini zanneden sahabi bu talebe çok sevindi:
– Emrin başım üstüne, ya Rasûlallah! diye sevincini belirtti. Rasûlullah Efendimiz:
– Kızını kendim için değil Cüleybib için istiyorum, buyurun- ca, sahabi durakladı:
– O zaman annesiyle görüşmem ve onun fikrini almam lâzım, dedi. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de:
– Evet, bu güzel olur, buyurdu.
Sonra adam kalktı evine gitti. İçeri girer girmez hanımına:
– Kızına Rasûlullah talip oldu, dedi. Hanımı bu habere pek sevindi. Peygamber aleyhisselâmın kayınvalidesi olmak ne büyük saadetti. Onun bu aşırı sevincini gören Sahabi:
– Rasûlullah Efendimiz kızını kendisi için istemiyor, diye dü- zeltti. Bu defa kadıncağız şaşakaldı:
– Öyleyse kimin için istiyor, diye merakla sordu. Kocası:
– Cüleybib için, deyince kadın birden büyük bir paniğe ka- pıldı:
– Ne, Cüleybib’e mi? Sen ne söylüyorsun? Hayır, valla- hi olmaz! Kızımızı kimler istedi de vermedik. Hz. Peygamber Cüleybib’den başkasını bulamamış mı? Kızımız için bula bula Cüleybib’i mi bulmuş, diye ileri geri söylendi, karşı çıktı.
Karısının bu olumsuz tavrını gören sahabi, Rasûl-i Kibriya’nın yanına gidip kızlarını veremeyeceklerini söylemek üzere ayağa kalktı. Annesiyle babasının kendisine dair konuşmalarına kulak misafiri olan kızları, son derece şuurlu ve uyanık bir genç hanım- dı. Onları uyarmak istercesine sordu:
– Beni evlendirmeniz için aracılık eden kimmiş? Annesi:
– Peygamber Aleyhisselâm, dedi. Kızları hakkında en iyi kara- rı verdiklerini sanan annesiyle babasına:
– Peygamber Aleyhisselâm beni birine uygun görüyor da, siz buna karşı çıkıyor ve Rasûlullah’ın teklifini geri çeviriyorsunuz öyle mi, diye hayretle sordu. Ve sözlerini şöyle tamamladı:
– Rasûlullah Efendimiz beni kime uygun gördüyse siz de uy- gun görün. Zira o benim aleyhime olacak bir şeyi yapmaz. Daha sonra bu genç hanım Ahzab suresinin 36. âyetini hatırlattı:
“Allah ile Peygamber’i bir iş hakkında hüküm verdikten sonra, mü’min olan bir erkekle mü’min olan bir kadına, artık o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Rasûl’une karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” Daha sonra da:
“Ben Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) benim için razı oldu- ğu şeye razıyım ve emrine teslim oldum. Siz Allah Resûlü’nün em- rini geri mi çevirmek istiyorsunuz; eğer o sizin için damat olarak bu adama razı oldu ise beni onunla evlendirin!” dedi.
Kızlarının bu uyarısı üzerine, adeta uykudan uyanır gibi kendi- lerine gelen anne ve baba, ne büyük bir hatadan geri döndükleri- ni fark ettiler, akılları başlarına geldi, kızlarına minnetle bakarak:
– Kızımız doğru söylüyor! Çok doğru söyledin, yavrum, dedi- ler. Uçurumun kenarından geri dönmenin sevinciyle Rasûlullah Efendimiz’in yanına koşan Sahabi, olup biteni kısaca anlattıktan sonra:
– Senin uygun gördüğün kimseyi biz de uygun görüyoruz. Kı- zımızı Cüleybib ile evlendirebilirsin. Eğer siz kızımızın onunla ev- lenmesine razı iseniz biz de razıyız ya Rasûlallah, dedi. Bu habere sevinen Rasûl-i Muhterem Efendimiz “Ben razıyım” buyurdu.
Peygamber tavsiyesini her şeyin üstünde tutan o anlayışlı kızı ya- nına çağırtarak onu takdir etti ve: “Allah’ım! Onun üzerine hayırlar yağdır. Kendisine sıkıntısız bir hayat nasip et!” diye dua etti ve kızı Cüleybib (radıyallahu anh) ile evlendirdiler. [Bu dua vesilesiyle o kızca- ğız öyle bereket buldu ki, Ensar içinde o kadından daha fazla mal ve hayır sahibi kimse olmadı. Uzun yaşayan sahabilerden Hz. Enes (r.a), yıllar sonra der ki: “Ben Medine’de Cüleybib’in hanımından daha fazla hayır yapan ve malından infak eden kimse görmedim.”
Hz. Cüleybib’in henüz evlendiği günlerdi ki, Bedir savaşı çıktı. Rasûlullah Efendimiz’in bizzat iştirak ettiği bu gazveye Cüleybib de katıldı. Zorlu bir savaş yapıldı. Bu savaşta Müslümanların önem- li kayıpları oldu. Allah Teâlâ Hazretleri ganimet de nasib etti.
Savaş bittikten sonra Nebiyyi Muhterm Efendimiz:
– Kayıplarınız var mı? Bir bakın! Arkadaşlarınızdan kimleri kayıp verdiniz? dedi. Ashab-ı Kiram kimlerin şehit düştüğünü tespit etmek üzere koşuştular. Sonra dönüp gelerek:
– Falan, falan, falan sahabiler şehit oldu, dediler. Rasûlullah Efendimiz:
– Bir daha bakın, başka kayıbınız var mı? diye sordu.
Sahabiler harp meydanını bir daha dolaştıktan sonra, “Evet! Falanca, falanca, falanca!” dediler, geri kalan şehitlerin adlarını söylediler. Aleyhissalatu vesselam yine sordu: “Başka bir kaybınız yok mu?” “Hayır! Yok!” dediler.
Hz. Peygamber’in özellikle öğrenmek ve önemini diğer saha- bilerine de öğretmek istediği bir şehit vardı. Ondan haber getir- melerini istiyordu. Belki de o şehit hayatında da önemsenmediği gibi ölümünden sonra da önemsenmiyordu.
Fahr-i Cihan Efendimiz daha açık konuştu: “Ama ben Cüleybib’i kaybettim! Herkes savaş sonrası bir yitiğini arar, ben Cüleybib’imi arıyorum. Cüleybib’i aranızda göremiyorum, nere- dedir, bir araştırın!” buyurdu. Ashab-ı Kiram, savaş alanına bir daha koşuştular. Devirdiği yedi müşrikin arasında şehit düşen cansız bedenini gördüler. Koşup Hz. Peygamber’e durumu ha- ber verdiler. Kâinatın Efendisi, fakirlerin hamisi Rasûlullah (sallal- lahu aleyhi ve sellem) hemen oraya geldi. Kolları adeta budanmış olan şehid Cüleybib’i kollarına aldı:
– Yedi kişi öldürmüş, sonra onlar da onu şehit etmişler. Bu gördüğünüz zat bendendir; ben de ondanım. Cüleybib bendendir, ben de Cüleybib’denim.” buyurdu. Sonra Cüleybib’i kolları arasına aldı. Ona, Resulullah’ın kollarından başka yatak olmamıştı. Cüleybib için kabir kazdılar. Rasûl-i Kibriya onu mü- barek elleriyle kabrine koydu. (Şehit olduğu için) gusledilmedi. İşte o gün herkes Cüleybib’in Allah ve Rasûl’ü katında ne kadar ehemmiyetli olduğunu anladılar. Dul kalan hanımıyla evlenmek suretiyle Cüleybib’in hayır ve hasenatlarından hissedâr olmak için birbirleriyle yarıştılar. Rivayet edildiğine göre, o güne kadar dul kalan hiçbir kadının bu kadar çok talibi olmamıştır.”153
Evet, Hazreti Cüleybib’in (radıyallahu anh), fakirliği ve sureten se- vimsiz gibi görünmesi ilk anda aldatıcı olmuştu. Tipini veya mâlî durumunu beğenmediğimiz bir salih delikanlı, boyu-posu yerin- de, endamı düzgün ve zengin bir kişiden daha hayırlıdır. Suret güzelliğini değil, sîret güzelliğini mihenk almalıyız; cep zenginli- ğini değil, kalp zenginliği esas tutmalıyız. Kızımız veya oğlumuz için kapıyı çalan salahati, bir Hızır gibi kapıda karşılamalıyız. İşin olurunu takip etmek derken, ilk isteyenin yanına katıp gönderi- vermek değil elbet meramımız, fakat çok seçenekli bir adaylar listesinde olmazsa olmaz ilk ve asıl şartımız, adayın salih bir kul olması olmalıdır. İffetli, ahlaklı ve namuslu bir aile hayatı için, dindarlığın kriter alınması, anne-babanın mesuliyet kümesinin merkez noktasını teşkil eder.
0 comments