Dini Bilgiler
Bu Kimselerin Başına Bela ve Musibet Gelmez
Aşırı sürûr ve aşırı ıztırap, insan nefsi için büyük bir tuzaktır. “Hâle rızâ” ve bunun netîcesi olan “sabır ve tevekkül” ise, kemâl sâhibi mü’minlerin fârik vasfıdır.
Saâdetin şaşmaz kâidesi; aklı vahye tâbî kılmak, kalbi güzel ahlâk ile tezyîn etmek ve bu sâyede hayâtın beklenmedik sürprizlerine karşı rızâ gösterebilmektir. Yine gerçek saâdet, hayâtın med ve cezirlerini olduğu gibi kabul, meşakkatlerine tahammül, ıslâhına gayret ve her şeyin güzel tarafını görüp Âlemlerin Rabbi’ne teslîm olmakla mümkündür.
LOKMAN HEKİM’İN NASİHATİ
Lokmân Hekim’in şu nasîhati ne güzeldir:
“Yavrucuğum! Gönlünü kederlerle ve üzüntülerle meşgul etme! Aç gözlülükten sakın. Takdîre rızâ göster. Allâh tarafından sana verilene kanaat et ki, hayâtın güzelleşsin, gönlün sürurla dolsun ve hayattan zevk alasın.”
Gönle sürur veren tecellî ve hâdiseler karşısında râzı olup, buna mukâbil gam ve keder veren hâdiseler karşısında hoşnutsuzluk göstermek, İslâm ahlâkıyla bağdaşmaz. Fakat insan, mânevî olgunluğun zirvesine varmadıkça, bu beşerî zaaftan kolay kolay kurtulamaz. Nefsini tezkiye edip “Râdıye” makâmına ulaştığında ise, ilâhî irâdenin hayır veya şer şeklinde tecellî eden bütün kazâ hükümlerine tereddütsüz teslîm olup rızâ gösterir, aslâ şikâyetçi olmaz. Böyleleri hakkındaki ilâhî müjde ne büyüktür:
“Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O’ndan râzı, O da senden râzı olarak Rabbine dön. (Sâlih) kullarım arasına katıl ve cennetime gir!” (el-Fecr, 27-30)
Sevilen ve benimsenen şeyi yapmak veya ona katlanmak insana kolay gelir. Kolay gelen şey ise, rahatlıkla yapılır, zevkle yerine getirilir. Allâh’ı seven mü’mine de O’ndan gelen her şey kolay gelir, zevk verir ve hoşuna gider.
BU KİMSELERİN BAŞINA BELA VE MUSİBET GELMEZ
Yakînî îmâna sâhip olan sâlihler, Allâh’ın kazâsına rızâ gösterir ve Cenâb-ı Hakk’ın yazmadığı hiçbir musîbetin başlarına gelmeyeceğini bilirler. Bu sâyede dünyâda başlarına gelen her şeyi, âhiret azâbına kıyasla küçük görürler ve Allâh Teâlâ böyle kimselerin gönül âlemlerine huzur hâli ihsân eder. Hattâ onların nazarında Hakk’ın muhtelif tecellîleri, bu geçici hayâl ve serap âleminin sürûr ve bayramlarından bin kere evlâdır! Çünkü onlar, avâmın yöneldiği lutuf zannedilen şeylerden el çekmişlerdir.
Nebiyy-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurur:
“Mükâfâtın büyüklüğü, belânın şiddetine göredir. Allâh, sevdiği topluluğu belâya uğratır. Kim başına gelene rızâ gösterirse, Allâh ondan hoşnut olur. Kim de rızâ göstermezse, Allâh’ın gazabına uğrar.” (Tirmizî, Zühd, 57/2396; İbn-i Mâce, Fiten, 23)
Diğer bir hadîs-i şerîf de şöyledir:
“Kuvvetli mü’min, (Allâh katında) zayıf mü’minden daha hayırlı ve daha sevimlidir. (Bununla birlikte) her ikisinde de hayır vardır. Sen, sana faydalı olan şeyi elde etmeye çalış. Allâh’tan yardım dile ve asla acziyet gösterme. Başına bir şey gelirse, «Eğer şöyle yapsaydım, böyle olurdu.» diye hayıflanıp durma! «Allâh’ın takdîri bu, O, ne dilerse yapar.» de! Zîrâ; «Eğer şöyle yapsaydım.» sözü, şeytanı memnun edecek işlerin kapısını açar.” (Müslim, Kader, 34; İbn-i Mâce, Mukaddime, 10)
Hâle rızâ göstermeyip “Keşke şöyle şöyle yapsaydım.” diyen bir insan, rızâsızlık, kadere karşı çıkma ve Allâh’ın irâdesini beğenmeme gibi îmâna zıt hâllere dûçâr olur. Bu ise şeytanı sevindiren, insanı hüsrâna sürükleyen bir durumdur. Hâle rızâ ise, insanı Allâh’ın rızâsına erdirir. Kur’ân-ı Kerîm’de dünyâ ve âhirete âit bütün bahtiyarlıklar sayıldıktan sonra:
“…Allâh’ın rızâsı bunların hepsinden üstün, hepsinden daha büyüktür. İşte asıl büyük kurtuluş da budur.” (et-Tevbe, 72) buyrulur.
0 comments