Dini Bilgiler
Allah (c.c.) kullarını nasıl ve neye karşı ikaz ediyor?
Allah (c.c.) kullarını nasıl ve neye karşı ikaz ediyor? Allah’ın (c.c.) bu uyarısına karşı bizlere düşen görevler nelerdir? Neler yapmalı, nelere dikkat etmeliyiz?
Pek çok âyet-i kerîmede sonsuz olan âhiret hayatı karşısında bir an mesâbesinde bile olmayan şu fânî cihâna aldanmamaları husûsunda kullarını şöyle îkaz etmektedir:
“Huzûrumuza çıkacaklarını beklemeyenler, dünya hayatına râzı olup onunla rahat bulanlar ve âyetlerimizden gafil olanlar yok mu, işte onların, kazanmakta oldukları (günahlar) yüzünden varacakları yer, ateştir!” (Yûnus, 7-8)
“Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Müttakî olanlar için âhiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır. Hâlâ akıl erdiremiyor musunuz?” (el-En‘âm, 32)
Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede:
“O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır…” (el-Mülk, 2) buyurmak sûretiyle, bu cihâna gözlerini açan her insanın, aslında bir imtihanın içine doğduğunu ifâde etmektedir. Lâkin herkesin bu dünyada baktığı pencere farklı. Nitekim kimi bu fânî cihâna sadece gaflet penceresinden bakıyor. Bunun için de, temâşâ ettiği kâinâtın nakış nakış hikmetle tezyin edildiğini göremiyor. Her köşesinin ayrı bir ibret levhası olduğunu anlayamıyor. Onun görebildiği, sadece bir geometriden ibaret kalıyor. Cenâb-ı Hakk’ın “el-Bârî” ve “el-Musavvir” esmâsının tecellîlerinden gâfil kalan; rüzgârların, derelerin ve dağların sessiz lisânından bir şey hissetmeyen hantal kalplere ne yazık!..
Kimi bu dünyayı sadece zevk u safâ penceresinden seyrediyor. Günlerini nefsinin süflî arzuları peşinde israf ederek tükettiği için, idrâki ilâhî azameti tefekkür etmekten âciz bir vaziyette körleşiyor. Bunlar gibi daha pek çok pencere mevcut… Fakat Rabbimiz’in bizlerden istediği, bu imtihan âlemine dâimâ âhiret penceresinden bakabilmek.
Zira o pencereden bakan kimse, kudret-i ilâhiyyenin tabiatta vücûda getirdiği sonsuz hârikalardaki ilâhî sanatın zevkine erer. Sermayesi aynı toprak olan bitkilerin rengârenk yaprak ve çiçeklerine, bunlardaki menevişlere, ağaçların renk, koku, lezzet ve şekilde sonsuz farklılık arz eden meyvelerine, ancak bir-iki haftalık ömrü olduğu hâlde kelebeğin kanatlarındaki hârika desenlere, insanın yaratılışındaki hârikulâdeliğe nazar eder. Gözün görmesi, beynin idrâk etmesi gibi sonsuz ilâhî hârikalar ve bunların “lisân-ı hâl” denilen sırlı beyanlarına dikkat eder, kulak kabartır.
KUL NE ZAMAN HUZURA ERER?
İşte o zaman kul, kendisinin ve kâinâtın yaratılış hikmetine ereceğinden, hayatı bambaşka bir mânâ kazanır. Kalbi, ancak o zaman mârifetullah ve muhabbetullah tecellîleriyle kemâl bulacağından, gerçek saâdeti tadar. Gönlü, ancak o zaman gerçek mânâda zikrullah ile buluştuğundan, huzura erer. Dolayısıyla hakikî mânâda basîret ehli olmak da, en fazla bir iki gün sonrasını düşünmekle değil, hayatı ancak ebediyet penceresinden seyredebilmekle gerçekleşir.
Bu sebeple Rabbimiz, pek çok âyet-i kerîmede sonsuz olan âhiret hayatı karşısında bir an mesâbesinde bile olmayan şu fânî cihâna aldanmamaları husûsunda kullarını şöyle îkaz etmektedir:
“Huzûrumuza çıkacaklarını beklemeyenler, dünya hayatına râzı olup onunla rahat bulanlar ve âyetlerimizden gafil olanlar yok mu, işte onların, kazanmakta oldukları (günahlar) yüzünden varacakları yer, ateştir!” (Yûnus, 7-8)
“Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Müttakî olanlar için âhiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır. Hâlâ akıl erdiremiyor musunuz?” (el-En‘âm, 32)[1]
0 comments